Bediüzzaman Said Nursi Kendisinin Mehdi Olmadığını Açıklamıştır
BEDİÜZZAMAN SAİD
NURSİ, KENDİSİNİN
“AHİR ZAMAN MEHDİSİ”
OLMADIĞINI NASIL
AÇIKLAMIŞTIR?
HARUN YAHYA
Birinci baskı: Mayıs
2005
GÜNEŞ
YAYINCILIK
Darülaceze Caddesi No: 9
Ekşioğlu İş Merkezi B Blok D: 5
Okmeydanı - İstanbul
Baskı: SEÇİL OFSET
Yüzyıl Mahallesi MAS-SİT Matbaacılar Sitesi
4. Cadde No:77 Bağcılar - İstanbul
Tel:0 212 629 06 15
GİRİŞ
Mehdiyet konusu, İslam tarihi boyunca gündemde olan ve merak uyandıran bir
konudur. Öyle ki büyük İslam alimi ve Hicri 13. asrın müceddidi Bediüzzaman
Said Nursi, İslam tarihinde pek çok kişinin Hz. Mehdi'nin kendi dönemlerinde
geleceğini düşünerek yanıldıklarını belirtmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı'nın pek çok yerinde,
Peygamber Efendimiz (sav)'in müjdelediği Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra
geleceğini haber vermiş ve Mehdiyet hakkında hadislerde geçen konulara açıklık
getirmiştir. Hz. Mehdi'nin ve talebelerinin geleceğiyle ilgili Said Nursi'nin
ifadelerinden biri şöyledir:
“Ta
ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani Hz. Mehdi ve
şakirtleri (talebeleri), Cenab-ı Hakk’ın izniyle gelir, o daireyi genişletir ve
o tohumlar sünbüllenir.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 138 - Kastamonu Lahikası, 72)
Fakat günümüzde bazı kimselerin, Bediüzzaman’ın ahir zamanda geleceği
müjdelenen Hz. Mehdi olduğu yanılgısına düştüğü görülmektedir.
Oysa, Bediüzzaman eserlerinde, kendisinin ahir zamanda müjdelenen Mehdi
olmadığını, nedenleri ile birlikte pek çok defa açıklamıştır. Bunu anlamak için
kendisinin bu konudaki sözlerini incelemek yerinde olacaktır.
Bu kitapçıkta, Bediüzzaman Said Nursi'nin kendisinin ahir zamanda gelecek
olan Hz. Mehdi olmadığına dair eserlerinde yer verdiği açıklamaları ele
alınmaktadır.
İstikbal-i dünyeviyede (dünyanın geleceğinde) 1400 sene sonra gelecek bir hakikati asırlarında karib (yakın)
zannetmişler. (Sözler, s. 318)
Bediüzzaman,
bazı şahısların Hz. Mehdi'nin geçmişte geldiğini düşünerek yanıldıklarını
belirtmiş ve Hz. Mehdi'nin geliş zamanı hakkında bilgi vermiştir:
Bediüzzaman bu sözleriyle İslam tarihinde pek çok kişinin Hz. Mehdi'nin
kendi dönemlerinde geleceğini düşünerek yanıldıklarını belirtmiş ve Hz.
Mehdi'nin, Peygamberimiz (sav)'den “1400
SENE SONRA” geleceğini hatırlatmıştır. Bu çok önemli bir bilgidir.
Bediüzzaman burada ne 1373, ne 1378 ne 1398 ne de başka bir tarih vermemiş tam
olarak 1400 yıl sonrasından bahsetmiştir. Bu tarih Miladi 1980 yılına denk
gelmektedir. Hicri 13. yüzyılın müceddidi olarak Hicri 14. yüzyıla kadar
müceddidlik görevini yerine getiren Bediüzzaman, Hicri 1379 yani Miladi olarak
1960 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin gelişi için
kendi yaşadığı dönemden çok ileriki bir tarihi belirtmektedir. Bediüzzaman bu
açıklamasıyla, açık ve kesin bir tarih vererek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını
ifade etmekte, Hz. Mehdi'nin kendi vefatından yaklaşık 20 sene kadar sonra
geleceğini müjdelemektedir.
Bediüzzaman ayrıca risalelerinde Peygamberimiz (sav)'in hadislerine
dayanarak “her yüz yıl başında bir
müceddid gönderileceğini” hatırlatmıştır. Bediüzzaman “1400 YIL SONRA” tarihini vererek aynı zamanda “14. ve 15. yüzyıllar arasında görev yapacak
olan müceddidin de Hz. Mehdi olduğunu” haber vermektedir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi için “1400
sene sonra GELECEK” ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kesin olarak “geleceğini” müjdelemektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin manevi bir kişi olmadığını, “belirtilen tarihte gelecek bir şahıs
olduğunu” açıklamaktadır.
Bediüzzaman verdiği bu bilgiyle ayrıca Hz. Mehdi'nin geçmişte ve
Bediüzzaman'ın kendi yaşadığı dönemde henüz gelmemiş olduğu konusuna da açıklık
kazandırmaktadır. Çünkü dikkat edilirse Bediüzzaman “Hz. Mehdi geldi ya da
gelmiş” dememekte, “gelecek zaman” belirten bir kelime kullanmakta ve “GELECEK” demektedir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi için “HAKİKAT”
kelimesini kullanmıştır. Bediüzzaman bu ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin gelişinin bir
hakikat yani hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar “kesin bir gerçek”
olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca, Hz. Mehdi'nin gelişinden önce Mehdi olduğu
sanılan şahısların aksine, “1400 sene
sonra gelecek olan Mehdi'nin bir hakikat” olacağını belirtmiştir. Yani bu
kutlu zatın, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği tüm özelliklere
sahip olan “GERÇEK MEHDİ"
olacağını ve bu özellikleriyle Mehdi sanılan kişilerden ayırt edilip
tanınacağını hatırlatmıştır.
Bediüzzaman daha önce de birçok kişinin, Hz. Mehdi’nin geliş tarihi ile
ilgili çeşitli kanaatlere kapıldıklarını ve bu mübarek zatın “kendi yaşadıkları
yüzyıla yakın” bir tarihte geleceğini sandıklarını belirtmiştir. Ancak
Bediüzzaman “KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER”
diyerek söz konusu kişilerin Hz. Mehdi'nin önceki tarihlerde çıkmış
olabileceğini düşünmekle yalnızca bir “zanda
bulunduklarını” ancak yanıldıklarını hatırlatmıştır. Gerçekte ise Hz.
Mehdi’nin “Hicri 1400 yılında”
geleceğini ve bu tarihten sonra faaliyetlerine başlayacağını bildirmiştir.
Nitekim Bediüzzaman'ın verdiği bu tarih Peygamber Efendimiz (sav)'in
hadislerinde verilen bilgilerle tam bir uyum halindedir.
Şimdi, Hz. Mehdi gibi eşhasın hakkındaki rivayatın (rivayetlerin) ihtilafatı (farklılıkları) ve sırrı şudur ki:
Ehadisi tefsir edenler (hadisleri açıklayanlar), metn-i ehadisi tefsirlerine
(hadis metinlerindeki açıklamalar) ve istinbatlarına (gizli manaları meydana
çıkarmalarına) tatbik etmişler. Mesela: Merkez-i
saltanat o vakit Şam’da veya Medine’de olduğundan, vukuat-ı Hz. Mehdiyye
veya Süfyaniyye’yi (Hz. Mehdi ve Süfyan ile ilgili olayları) merkez-i saltanat civarında olan Basra,
Kufe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek (düşünerek) öyle tefsir etmişler
(açıklamışlar). (Sözler, s. 359)
Bediüzzaman, son saltanat ve Halifeliğin merkezi İstanbul’da olduğu için
Hz. Mehdi ile ilgili olayların da bu şehirde gerçekleşeceğini bildirmiştir:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde, kendisinden sonra gelecek birçok şahıs
olacağını bildirmiştir. Bu kişilerin bazıları gelmiş, vazifelerini yapıp vefat
etmişlerdir. Her yüzyıl başında gönderilen müceddidler bunlardan bazılarıdır.
Peygamberimiz (sav)’in geleceğini haber verdiği şahısların bazıları da halen
beklenmektedir. Bediüzzaman da eserlerinde halen beklenmekte olan bu ahir zaman
şahısları hakkında hadisler doğrultusunda detaylı bilgiler vermiştir. Hz. İsa
ve Hz. Mehdi'nin yanı sıra, Deccal ve Süfyan (hadislerde ahir zamanda İslam dünyası içerisinde ortaya çıkacağı ve
Hz. Mehdi'ye karşı mücadele edeceği bildirilen ve Süfyan-ı Deccal olarak anılan
şahıs) gibi inkara dayalı bir mücadele verecek ahir zaman şahısları da
Bediüzzaman'ın bilgi verdiği bu kişiler arasındadır.
Bediüzzaman buradaki “HZ. MEHDİ
GİBİ EŞHASIN (ŞAHISLARIN)” sözleriyle öncelikle çok açık bir şekilde Hz.
Mehdi'nin manevi bir varlık olmadığını, “BİR
ŞAHIS OLDUĞUNU” belirtmiştir. Bediüzzaman bu ifadesiyle ayrıca Hz. Mehdi
gibi, diğer ahir zaman şahıslarının da manevi kişilikler olmadıklarını, aynı
şekilde “bİrer ŞahIs” olduklarını açıklamıştır. Kuşkusuz ki
Bediüzzaman'ın bu sözleri, ahir zaman şahıslarından bir kısmının birer “şahıs”,
bir kısmının ise birer “şahsı manevi” olarak gelecekleri iddialarını geçersiz
kılmaktadır. Çünkü Bediüzzaman “Hz. Mehdi
gibi şahıslar” sözleriyle bunların tümünü kapsayan ve hepsi için “ŞAHIS” tanımlamasını yapan bir ifade
kullanmaktadır. Nitekim Bediüzzaman eserlerinde Deccal ve Süfyan’ın birer şahıs
olduklarını ne kadar net bir şekilde açıklamışsa, Hz. İsa ve Hz. Mehdi
konusunda da bu gerçeği o kadar açık ve anlaşılır ifadelerle dile getirmiştir.
Deccal'in de fiziksel özelliklerini anlatmış, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de
fiziksel özelliklerini tarif etmiştir. Dolayısıyla Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin
birer şahsı manevi olacakları düşüncesi, Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına
tamamıyla ters düşmektedir. Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi'den açıkça bir
şahıs kelimesini kullanarak bahsetmekte ve aksi yöndeki düşüncelerin
geçersizliğini ortaya koymaktadır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerini açıklayanlar, o dönemlerde saltanatın
merkezi Basra, Şam, Kufe gibi yerlerde olduğu için Hz. Mehdi ile ilgili
olayların bu civarlarda gerçekleşeceğini düşünmüşlerdir. Ancak Bediüzzaman, son
saltanat ve Halifeliğin merkezi İstanbul’da olduğu için Hz. Mehdi ile ilgili
olayların da bu şehirde gerçekleşeceğini bildirmiştir. Bu ifadelerle
Bediüzzaman ahir zaman ile ilgili rivayet ve açıklamaların daha iyi
anlaşılmasını sağlamaktadır.
Ashâb-ı Kütüb-i Sitte’den İmam-ı Hâkim'in “Müstedrek”inde ve Ebu Dâvud'un
“Kitab-ı Sünen“inde, Beyhaki “Şuab-ı İman”da tahriç buyurdukları (delillere
dayanarak ortaya koydukları): “Her yüz senede bir, Cenab-ı Hak bir
müceddid-i din (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre
açıklamak üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyici) gönderiyor...” hadis-i şerifine mazhar (sahip, erişmiş) ve mâsadak
(belirtilen özelliklere tam olarak uyan) ve müzhir-i tam olan (uyarma görevini tam olarak yerine
getiren). (Barla Lahikası, s. 119)
Bediüzzaman Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak, Allah’ın her
yüzyıl başında bir müceddid göndereceğini bildirmektedir:
Bediüzzaman'ın burada dikkat çektiği gibi, Peygamber Efendimiz (sav) "her yüzyılda bir müceddid
gönderildiğini" bildirmiştir:
Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her
yüz sene başında şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan sokulan
hurafelerden) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) BİR ZATI gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)
Hadiste, Allah’ın her yüz senede bir müceddid yani dini hurafelerden
arındırıp tekrar Kuran’da anlatıldığı şekliyle ortaya koyan, Peygamberimiz
(sav)'in sünnetiyle hareket eden, zamanın ihtiyaçlarına göre insanların
kafasında oluşan sorulara Kuran’dan çözümler getiren bir kişiyi gönderdiği
belirtilmektedir. İlerleyen bölümlerde açıklanacağı gibi, Peygamberimiz
(sav)'den sonraki her yüzyıl başında insanlara doğruyu gösterecek bir müceddid
göndermiştir. Ahir zamanın büyük müceddidi de Hz. Mehdi olacaktır. Hz. Mehdi,
pek çok hadiste bildirildiği gibi, Kuran ahlakını eksiksiz uygulayacak, dini batıl
inanış ve uygulamalardan arındıracak, Peygamberimiz (sav)'in sünnetini yeniden
canlandıracak ve bunu tüm dünyaya hakim kılacaktır.
Baştaki hadis-i şerifin "her yüz sene başında dini tecdid edecek (yenileyecek) bir müceddidi (yenileyiciyi) gönderiyor" müjdesinin ihbarına
(verdiği bilgilere) muvâzi (uygun) olarak HAZRET-İ
MEVLANA HALİD ekser ehl-i hakikatin
tasdikiyle (din alimlerinin büyük bir çoğunluğunun onaylamasıyla ve ittifakla)
1200 senesinin yani ON İKİNCİ ASRIN MÜCEDDİDİDİR. (Barla Lahikası, s. 120)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mevlana Halid'in 12. asrın
müceddidi olduğunu açıklamaktadır:
Peygamberimiz (sav)'den sonra, hadislerde bildirildiği gibi her yüzyıl
başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına
göre açıklamalarda bulunan bir müceddid gelmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000.
Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779)
yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir. Bu mübarek
insan, İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun ittifakıyla, Hicri 12. ve 13.
yüzyıllar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman da bu gerçeğe dikkat çekmektedir.
Madem TAM YÜZ SENE SONRA aynen
dört cihette (yönde) tevafuk ederek (tam uyarak) RİSALE-İ NUR ECZALARI (BÖLÜMLERİ) AYNI VAZİFEYİ GÖRMÜŞ... Kanaat verir ki —nass-ı hadis ile
(hadisin şüpheye yer bırakmayan ifadesi ile)— Risale-i Nur tecdid-i din (dini
yenileme) hususunda BİR MÜCEDDİD HÜKMÜNDEDİR. (Barla Lahikası, s. 121)
Bediüzzaman bu sözünde ise, Hz. Mevlana Halid-i Bağdadi'den tam yüz sene sonra
kendisinin ve eserlerinin bir müceddid görevi gördüğünü açıklamaktadır. Buna
göre, 13. asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursi'dir. 14. asrın müceddidi ise
Hz. Mehdi olacaktır:
Bediüzzaman Said Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi’den tam 100 sene sonra,
Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960)
yılıdır. Bedüzzaman, Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den yüz sene sonra
yani 13. asırda büyük bir iman hizmeti gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla
Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddiddir
Bediüzzaman Risale-i Nur’un müceddidlik yani dini yenileme görevini tam
olarak yerine getirdiği konusunda büyük bir kanaati olduğunu belirtmiştir.
Risale-Nur’un etkileri ile müceddidlerin faaliyetleri tam bir uygunluk göstermiş,
12. asırdaki Hz. Mevlana Halid ile aynı görevi, Hicri 13. yüzyılda
Bediüzzaman'ın vesile olduğu Risale-i Nur yerine getirmiştir. Dolayısıyla Hicri
12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i
Nur dolayısıyla, risalelerin yazarı olan Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar
arasındaki müceddiddir.
Bediüzzaman'ın burada ortaya koyduğu önemli bir başka konu daha vardır:
Tüm elçiler ve peygamberler gibi, Peygamberimiz (sav)’den sonra gelen ve İslam
tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid de bir şahsı manevi olarak
gönderilmemiştir. Allah’ın Kuran’da bildirdiği adetullahına uygun olarak tüm
müceddidler, insanları uyarıp korkutacak, onları Allah’ın rızası, rahmeti ve
cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan ayıran bir hidayet
rehberi olabilecek birer insan olarak gelmişlerdir. Ve her birinin talebeleri
ve takipçilerinden meydana gelen birer şahsı manevileri oluşmuştur.
Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi müceddidler bunun en güzel
örneklerindendir. Bu mübarek şahıslar yaşadıkları yüzyıllarda birer şahıs
olarak gelmiş büyük İslam alimleridir. Her biri beklenildiği gibi gelip
görevlerini yerine getirmişlerdir. Her birinin çevresinde, talebelerinden
oluşan ve kendilerini temsil eden şahsı manevileri olmuştur. Çevrelerinde
bulunan bağlıları ve talebeleri büyük hizmetler yapmışlar, onların şahsı
manevilerini oluşturmuşlardır. Ancak elbette ki bu şahsı manevilerin başında
birer müceddid olarak hem Mevlana Halid-i Bağdadi hem de Bediüzzaman bizzat yer
almışlardır. Demek ki onlardan sonra gelecek olan Hz. Mehdi de aynı şekilde
manevi bir şahıs olmayacak, aynı görevleri üstlenebilecek, dinin hakikatlerini
insanların ihtiyaçlarına göre açıklayabilecek İslam alimi ve müceddid hükmünde
bir şahıs olacaktır. Bediüzzaman bu gerçeği verdiği bilgilerle çok açık bir
şekilde ortaya koymaktadır.
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen Hz.
Mehdi'nin) TEMSİL ETTİĞİ KUDSİ (mukaddes,
kutsal) CEMAATİNİN ŞAHSI MANEVİSİNİN ÜÇ VAZİFESİ var. Eğer çabuk
kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri
onun cemiyeti ve seyyidler cemaati (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelenlerin)
yapacağını Rahmet-i İlahiyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve
ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. (Emirdağ
Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman, bu sözünde Hz. Mehdi'nin ahir zamanda muhakkak geleceğini ve
Hz. Mehdi ile mukaddes cemaatinin birlikte yerine getirecekleri üç büyük vazife
olacağını açıklamaktadır:
Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi ile ilgili önemli birkaç konuyu birden
açıklamıştır. Bediüzzaman öncelikle “HZ.
MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN TEMSİL ETTİĞİ” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelecek bir şahıs olduğunu hatırlatmıştır. Bir şahsı
manevinin herhangi bir soydan gelmesi kuşkusuz ki mümkün değildir. Ancak bir
insanın bir başkasının soyundan gelebilmesi söz konusu olabilir. Bediüzzaman da
burada bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin manevi bir kişilik olmadığını, “BİR ŞAHIS” olduğunu açıkça ifade
etmiştir.
Bediüzzaman bu sözünde ayrıca Hz. Mehdi’nin ve cemaatinin iki ayrı kavram
olduğunu hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin bir “şahsı manevi” olduğu iddiasının
geçersizliğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bediüzzaman “HZ. MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN TEMSİL ETTİĞİ kudsi cemaatin şahsı manevisi”
sözleriyle “Hz. Mehdi'nin bir cemaati” olacağını ve “bu cemaatin başında da onu temsil eden Hz. Mehdi'nin bizzat
bulunacağını” ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin bir cemaatinin olabilmesi için,
öncelikle Hz. Mehdi'nin bir şahıs olarak var olması gerekmektedir. Çünkü bir
şahsı manevinin kendine ait bir cemaatinin olabilmesi elbette ki söz konusu
değildir. Bediüzzaman da bu sözünde bu gerçeği dile getirmiştir. Bediüzzaman'ın
belirttiği bu durumu birkaç soru sorarak da anlayabiliriz:
1-
Bediüzzaman Hz. Mehdi Al-i Resul’ün neyi temsil ettiğini bildirmiştir?
Kudsi cemaatinin şahsı manevisini.
2-
Bediüzzaman kudsi cemaatin şahsı manevisini kimin temsil ettiğini bildirmiştir?
Hz. Mehdi'nin...
Bu soruların cevapları Hz. Mehdi ve onun mukaddes cemaatinin birbirinden
ayrı kavramlar olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yanında bulunan mümin topluluğunun
mukaddes bir cemaat olduğunu, bu cemaatin önderliğini yapan Hz. Mehdi’nin de
Hz. Peygamber (sav) soyundan gelen mukaddes biri olacağını belirtmiştir.
Nitekim Bediüzzaman bu sözünün son cümlesinde “ONUN ÜÇ GÖREVİ OLACAK” cümlesiyle bu konuya açıklık getirmekte, bu
üç görevi, yanındaki kutsal toplulukla birlikte, Hz. Mehdi'nin de bizzat
başlarında bulunarak yerine getireceğini ifade etmektedir.
Nitekim Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin manevi birer şahıs, ruh ya da mana gibi
görünmez birer güç olarak tanımlanması, Kuran ayetlerinde bildirilen Allah’ın
adetullahı (Allah’ın kanunu) ile
tamamen çelişmektedir. Tarih boyunca hiçbir elçi veya peygamber, bir şahsı
manevi olarak gelmemiştir. Kuran’da çeşitli toplumlara gönderilen elçiler,
nebiler ve resullerin hayatları, mücadeleleri ve tebliğleri hakkında pek çok
bilgi verilmiştir. Yaşamlarının sonuna kadar gönderildikleri kavimleri hak dine
davet etmiş, onları Allah’ın azabına karşı uyarıp korkutmuş ve iman edenleri
cennetle müjdelemişlerdir. Yaşadıkları toplumlardaki inkarcıların baskılarına,
kurdukları tuzaklara ve hak dine yönelik mücadelelerine sabır ve tevekkülle karşı
koymuş, onları Allah’ın razı olacağı ahlakı yaşamaya çağırmışlardır. Tüm bu
bilgiler bize, tarih boyunca hiçbir elçi, nebi veya resulün manevi bir şahıs
olarak gönderilmediğini, tüm elçilerin birer fert olarak geldiklerini
göstermektedir.
Yüzyıllardır süregelen bu adetullah (Allah'ın
kanunu), tüm İslam tarihinde olduğu gibi ahir zamanda gelecek olan Hz. İsa
ve Hz. Mehdi için de söz konusudur. Ancak elbette ki tüm peygamber ve elçilerin
olduğu gibi Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de kendilerinden ayrı olarak şahsı
manevileri de olacaktır. Kuran’da, gönderilmiş olan tüm peygamber ve elçilerin
çevresinde, onlara inanan ve gösterdikleri hak yolu izleyen birer topluluk
olduğu haber verilmiştir. Elçilere iman eden bu kimseler ve onların elçileriyle
birlikte yapmış oldukları faaliyetlerin tümü, bu elçilerin şahsı manevilerini
oluşturur. Kuran’da peygamberlerin hayatlarını anlatan kıssalarda bu durum
açıkça görülmektedir. Örneğin Peygamberimiz (sav)'in ashabı onun şahsı
manevisini oluşturmuştur. Fakat bu, Peygamber Efendimiz (sav)'in varlığı şartı
ile oluşmuştur. Bu durum ahir zamanda da değişmeyecek, Bediüzzaman’ın da dile
getirdiği gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi beraberlerindeki mümin topluluklarının
başında bizzat birer hidayet önderi olarak bulunacaklardır.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin “bir
veya iki görevi değil, tam olarak ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAĞINI” bildirmektedir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin temsil ettiği cemaatiyle birlikte bu üç görevin
üçünü birden yerine getireceğinden bahsetmiştir. Bediüzzaman bunun, Hz.
Mehdi'yi kendisinden önce gelen müceddidlerden ayıran ve tanıtan en önemli
alametlerinden olduğunu bildirmiştir.
Bu üç büyük sorumluluk diğer İslam alimlerinin dönemlerinde tam olarak
yerine getirilmiş değildir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'den önce gelen
müceddidlerin, onun üç vazifesinden yalnızca birisini yerine getirdiklerini
söylemiştir. Ancak ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi'nin her üç görevi de birarada
yapacağını ve bu özelliği nedeniyle de ahir zamanın “Büyük Mehdi”si ünvanını alacağını belirtmiştir.
Birincisi: FEN VE FELSEFENİN
tasallutiyle (etkisiyle) ve MADDİYYUN VE
TABİİYYUN TAUNU, (materyalizm, Darwinizm ve ateizm hastalığı) beşer içine
intişar etmesiyle (insanlar arasında yayılmasıyla),
herşeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYYUN fikrini (materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımları) TAM SUSTURACAK TARZDA imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)... (Emirdağ Lahikası, s. 259)
herşeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYYUN fikrini (materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımları) TAM SUSTURACAK TARZDA imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)... (Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden birincisini
açıklamaktadır. Buna göre Hz. Mehdi'nin birinci görevi, “materyalist ve ateist felsefeleri tamamen susturacak bir şekilde
insanların imanlarını kazanmasına vesile olmak”tır:
1- FEN VE FELSEFE:
Bediüzzaman bu sözlerinde fen ve felsefenin etkisiyle materyalizm,
Darwinizm ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımların insanlar arasında
yayıldığına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman bu akımların etkisiz hale getirilerek
tam olarak susturulmasının ve insanların imanının kurtarılmasının Hz. Mehdi'nin
birinci görevi olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin birinci göreviyle ilgili olarak “fen ve felsefe”nin etkisine özellikle
dikkat çekmektedir. Bilim ve felsefe, iman şuuruyla yaklaşan insanların bakış
açısıyla ilerlediğinde, büyük atılımlara, Allah’ın varlığının ve sıfatlarının
daha iyi anlaşılmasına vesile olur. Bilimin, materyalizm savunucuları
tarafından insanlar üzerinde oluşturulan yanlış yönlendirmelerini,
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi Hz. Mehdi ortadan kaldıracaktır. Ahir zamanda
teknolojinin hızla ilerlemesiyle birçok bilim dalında gelişmeler olacaktır.
Allah’ın varlığının delilleri, yeryüzündeki iman hakikatleri bilimsel
delilleriyle açıkça ortaya çıkacaktır. Hz. Mehdi bu gerçekleri insanlara en
etkili yöntemlerle ulaştıracak ve bu konuda dünya çapında bir sonuç elde
edecektir. Mesih Deccal’in ahir zaman fitnesi, ancak böyle güçlü yöntemlerle
kırılacaktır.
2- MADDİYYUN VE TABİYYUN TAUNU
(MATERYALİZM, DARWINİZM VE ATEİZM
HASTALIĞI):
Materyalizm ve ateizm, insanlığa büyük felaketler getiren sapkın
akımlardır. Darwinizm, materyalizm ve ateizme fikri dayanak oluşturur.
Darwinizm'in iddiası, kainatın ve canlılığın kör tesadüfler sonucunda kendi
kendine yaşamı var ettiğidir. Son 150 yılın en büyük aldatmacası olan bu akımın
fikren tam anlamıyla susturulması günümüze kadar mümkün olmamıştır. Darwinizm,
modern bilimin son bulguları ve ilerleyen teknoloji vesilesiyle Hz. Mehdi
döneminde tamamen ortadan kalkacaktır. İnsanlık tarihinin gördüğü bu en
şiddetli fitnenin fikren susturulması Hz. Mehdi zamanında
gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin, “FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ TAM SUSTURACAK TARZDA” bir çalışma
yürüterek insanların imanlarının kurtulmasına vesile olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman, ahir zamanda ateist felsefelerin bir tehlike oluşturacağını
bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin ateizmle güç
bulacaklarını ve Allah’ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye
geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi'nin birinci vazifesinin,
maddecilik fikri, yani Allah’ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve
ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki
etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın burada
kullandığı “TAM SUSTURACAK TARZDA”
ifadesi son derece önemlidir. Bilindiği gibi materyalizmin hem Türkiye’de hem
de dünyada kuvvet bulması Bediüzzaman zamanında devam ettiği gibi, vefatından
yani 1960 yıllarından sonra da günümüze kadar devam etmiştir. Televizyon ve
radyo kanallarının gelişmesiyle, yazılı basının da desteğiyle etkileri giderek
artmıştır. Yani Bediüzzaman’ın vefatından sonra da materyalizm propagandası
artarak 21. yy’a kadar gelmiştir.
Dolayısıyla kendisinin de ifade ettiği gibi, Bediüzzaman’ın döneminde bu
konuda tam bir sonuç elde edilememiştir. Bediüzzaman bu sözünde kullandığı “TAM SUSTURACAK TARZDA” ifadesiyle bu
gerçeğe dikkat çekmiştir. Materyalizm, ateizm ve Darwinizm’in çöküşüyle
birlikte insanların imanını kurtarma görevi dünya çapında Hz. Mehdi'ye
verilmiştir. Bediüzzaman’ın bizzat başladığı, ancak bütünüyle sona ermeyen bu
akımla fikri mücadele, Hz. Mehdi ile devam edecek ve sonuca ulaştırılacaktır.
Bediüzzaman da "tam susturacak"
ifadesiyle, ancak Hz. Mehdi’nin bu mücadelede “tam bir üstünlük sağlayacağına” işaret etmektedir.
İkinci vazifesi: HİLAFET-İ
MUHAMMEDİYE (A.S.M.) ÜNVANI İLE (Peygamberimiz (sav)'in halifesi ünvanı
ile) ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İslam ahlakının
esaslarını) İHYA ETMEKTİR (yeniden
canlandırmaktır) ALEM-İ İSLAM’IN VAHDETİNİ (İslam
aleminin birliğini) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP
(dayanak noktası yapıp) beşeriyeti (insanlığı) maddi ve mânevi
tehlikelerden ve gadab-ı İlâhi’den (Allah'ın azabından) kurtarmaktır. Bu
vazifenin, nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), MİLYONLARLA EFRADI (fertleri) BULUNAN
ORDULAR lazımdır. (Emirdağ Lahikası, s. 25)
Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar
halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve
faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır. İslam
aleminin birliğini oluşturacak, bu vesileyle insanlığı maddi ve manevi
tehlikelerden kurtaracak ve insanların Allah’ın gazabından sakınmalarına vesile
olacaktır:
Bediüzzaman, “HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE
ÜNVANI İLE” sözleriyle Hz. Mehdi’nin İslam dünyasının önderi olacağını
belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin, “İSLAM
TOPLUMUNUN LİDERİ VASFIYLA İslamiyet’i yeniden canlandırması, milyonları bulan
bir topluluğun maddi ve manevi gücüyle hareket ederek tüm yeryüzünde İslam
birliğini sağlaması” özellikleri, ne Bediüzzaman ne de ondan önceki
müceddidlerin döneminde gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman Said Nursi,
yaşadığı dönem boyunca İslam dünyası ve Müslümanlar adına eşsiz hizmetlerde
bulunmuş, pek çok insanın doğru yolu bulmasına, Allah’a yakınlaşmasına ve
imanda derinleşmesine vesile olmuştur. Ardında halen Müslümanlar için önemli
bir hidayet rehberi olan hikmet dolu eserler bırakmış, üstün ilim ve
ferasetiyle tüm Müslümanlara ışık tutmuştur. Büyük mütefekkir Bediüzzaman,
şüphesiz 13. asrın müceddididir. Ancak kendisinin de Peygamberimiz (sav)'in
hadisleri doğrultusunda açıkladığı gibi, “TÜM
MÜSLÜMANLARIN LİDERİ” vasfını taşıması söz konusu olmamıştır. Allah’ın
izniyle tüm İslam alemi için büyük müjdeler içeren bu olaylar, ahir zamanda Hz.
Mehdi vesilesiyle yaşanacak ve bu ünvanı da Hz. Mehdi taşıyacaktır.
Bediüzzaman, bu konuyu tüm bu delilleriyle birlikte anlatarak, kendisinin ahir
zaman Mehdisi olmadığını açık bir şekilde ifade etmiştir.
Bugün dünyada 1 milyarın üzerinde Müslüman yaşamaktadır. Dünya tarihinde
ilk defa Müslümanlar sayıca bu kadar çokturlar. Bu büyüklükte bir kitleye
önderlik tarihte kimseye nasip olmamıştır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi,
bu şerefli vasfı Allah’ın izniyle ahir zamanın “Büyük Mehdisi” taşıyacaktır.
Bediüzzaman “ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ
İHYA ETMEKTİR” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin İslam ahlakının
esaslarını yeniden canlandırmak olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın burada
kullandığı “İHYA ETMEK” kelimesi son
derece önemlidir. Bu kelime “yeniden
hayata kavuşturmak” anlamındadır. Hz. Mehdi İslam ahlakının dünya çapında
yaşanmasına vesile olacaktır. Bediüzzaman bu konunun tohumlarını atmıştır,
ancak belirttiği gibi “yeniden hayata kavuşturma şeklinde bir canlanma”, tam anlamıyla
Hz. Mehdi vesilesiyle yerine getirilecektir.
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin, daha önce hiçbir müceddid
tarafından yerine getirilmemiş olan görevlerinden birinin “İSLAM BİRLİĞİNİN SAĞLANMASI”
olduğunu bildirmektedir. Bilindiği gibi
bu birliktelik, dünya Müslümanlarının bir çatı altında yaşadıkları son devlet
olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından ortadan kalkmıştı. Hz.
Mehdi bu birliğin tekrar kurulmasına vesile olacak, milyonlarca Müslümanı
biraraya getirecektir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, bu birliği dayanak noktası
edinerek insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden koruyacağını ve Allah’ın
gazabından sakınmalarına vesile olacağını bildirmiştir. Bediüzzaman'ın da
vurguladığı gibi, İslam birliğinin sağlanması ve bu birliğin liderliği
ünvanının taşınması Bediüzzaman'ın döneminde, ondan önceki müceddidlerin
tarihinde ve günümüzde de henüz gerçekleşmiş olaylar değildir. Bediüzzaman da
bu gerçeği vurgulamış, bu olayların Hz. Mehdi'nin tanınmasında en önemli
alametlerden biri olacağını hatırlatmıştır. Hz. Mehdi geldiğinde Bediüzzaman'ın
da belirttiği gibi, vesile olacağı bu olaylarla Allah onu tüm insanlara
tanıtacaktır.
Bediüzzaman “MİLYONLARLA EFRADI
(FERTLERİ) BULUNAN ORDULAR” sözleriyle, Hz. Mehdi’nin bu birlikteliği
sağlamasında, ona yardım edecek çok geniş bir kitlenin var olacağından söz
etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin hizmetinde, Allah’ın varlığı ve birliği
konusunu, iman hakikatlerini tüm insanlığa anlatacak, geniş kapsamlı bir iman
hizmeti yürütecek olan ilim ve iman toplulukları olacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman, eserlerinde yer verdiği diğer sözlerinde kendisinin de bu
ilim ordusunun, onlara önceden hazırlık yapan bir neferi yani askeri olduğunu
anlatmaktadır. Yaşadığı dönemde, Bediüzzaman'ın hizmetinde böyle geniş bir
kitlenin desteği ve yardımı söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman'ın da sözlerinde
pek çok kez ifade ettiği gibi, sınırlı bir topluluk olan Nur talebeleri çok
kısıtlı imkanlar içerisinde ve çok büyük fedakarlıklarla büyük bir iman hizmeti
vermişlerdir. Bediüzzaman böyle büyük bir kitlenin desteğinin, ancak ahir
zamanda söz konusu olacağını ve bunun da Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu
büyük göreve nasip olacağını bildirmektedir.
Üçüncü vazifesi: ... O ZAT BÜTÜN EHL-İ
İMANIN (iman edenlerin) MANEVİ
YARDIMLARIYLA ve
İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE (İslam
birliğinin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN
ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve velilerin) ve
bilhassa AL-İ BEYT’İN NESLİNDEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok
sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR
SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin
katılımlarıyla O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük
görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini açıklamıştır. Buna
göre, Hz. Mehdi Kuran ahlakının göz ardı edildiği bir dönemde, insanların
yeniden din ahlakına yönelmesine vesile olacak, İslam birliğini kuracak ve bu
büyük görevlerinde kendisine destekçi olan pek çok salih insan bulunacaktır.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini çok önemli ve geniş kitlelerin
desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bediüzzaman “BÜTÜN EHL-İ İMANIN MANEVİ YARDIMLARIYLA” sözleriyle, “TÜM MÜSLÜMANLARIN” ittifak halinde
oluşturacakları birliğin Hz. Mehdi'nin bu görevdeki yardımcıları olacağını
bildirmiştir.
Hz. Mehdi ve yardımcıları güçlerini Allah sevgisinden, iman coşkusundan
alan cesur insanlar olacaktır. İmanlarının nuru tüm dünyanın aydınlanmasına
vesile olacaktır. Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle geniş çapta bir ittifakın
desteği, Bediüzzaman'ın döneminde gerçekleşmiş değildir. Bediüzzaman'ın da
müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi yardımları, ancak ahir zamanda Hz.
Mehdi ile birlikte oluşacak ve onun üçüncü görevinin gerçekleştirilmesinde
büyük bir rol oynayacaktır.
Bediüzzaman “İTTİHAD-I İSLAM’IN
MUAVENETİYLE” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini aynı zamanda “İSLAM
BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA” yerine getireceğini de bildirmiştir. Böyle bir
birlik Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde henüz oluşmamış, dolayısıyla da böyle
büyük bir ittifakın yardımı da söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman İslam
birliğinin bu yardımlaşmasının Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini ve onun
üçüncü görevinde büyük bir destek sağlayacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu üçüncü görevindeki diğer bir desteğin de “BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN KATILIMLARIYLA”
gerçekleşeceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin gelişi 1400 senedir tüm İslam
alimleri ve iman sahipleri tarafından büyük bir heyecanla beklenmektedir.
Kuşkusuz ki bütün alimlerin ve velilerin katılımının sağlanacağı böyle büyük
bir destek, Hz. Mehdi'nin mücadelesinde ve bu görevini yerine getirmesinde son
derece önemli bir rol oynayacak ve büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Dikkat
edilirse Bediüzzaman burada “BÜTÜN”
kelimesini özellikle belirtmiş ve Hz. Mehdi'yi “alimlerin tümünün birden” destekleyeceğini bildirmiştir. İslam
alimlerinin böyle büyük bir ittifakla destek vermeleri Bediüzzaman'ın yaşadığı
dönemde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman bu katılımın ancak Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği bu görev ile birlikte gerçekleşeceğini hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu sözüyle, Hz. Mehdi’nin Peygamber Efendimiz (sav)'in mübarek
soyundan olacağına, ona destek verenler arasında da Ehl-i Beyt’ten yani
Peygamber soyundan gelen kimselerin bulunacağına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman,
tüm Müslümanlar, İslam alimleri ve evliyalar ile birlikte “milyonlarca seyyidin de Hz. Mehdi’nin yanında yer alacağını ve bu
kutlu zata destek vereceğini” bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin üçüncü
görevindeki diğer yardımcılarında olduğu gibi, böyle bir destek de daha önce ne
Bediüzzaman döneminde ne de ondan önceki müceddidlerin devrinde
gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın açıkladığı gibi, “PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN MİLYONLARCA SEYYİDİN KATILIMI”
ancak Hz. Mehdi döneminde gerçekleşecektir.
Bediüzzaman “O VAZİFE-İ UZMAYI
YAPMAYA ÇALIŞIR” sözleriyle “Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi değil, “BİR İNSAN OLARAK İŞ BAŞINDA OLACAĞINI”
ifade etmiştir. Zira bir şahsı manevinin bir görevi “yapmaya çalışması” söz konusu değildir. Böyle bir çaba ancak bir
insanın gerçekleştirebileceği bir fiildir. Bediüzzaman da bu gerçeği
vurgulayarak Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmeti “BÜYÜK GÖREV” olarak nitelendirmiştir.
Bediüzzaman'ın bu ifadesine göre Hz. Mehdi'nin yapacağı hizmetler, kendisinden
önceki dönemlerde gelen müceddidlerin görevlerinden farklı, “ÇOK BÜYÜK ÇAPLI” faaliyetlerdir. Hz.
Mehdi İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak, İslam dünyasını biraraya
getirecek ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman'ın “VAZİFE-İ UZMA” sözleriyle ifade ettiği
bu olaylar Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerinden
olacaktır.
Gerçi HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ, BİR
NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ. Fakat HER BİRİ
ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE (açıdan) YAPMASI İTİBARIYLA (nedeniyle)
AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ UNVANINI ALMAMIŞLAR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla
önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların
hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi birarada
yerine getiremediklerini ifade etmiştir:
Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmıştır.
Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz (sav)’in hadislerine dayanarak her yüz
yıl başında bir müceddid (yenileyici) gönderileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman
Risalelerde Hz. Mehdi'nin de Hicri 14. yy’ın başında geleceğini ve 14. ve 15.
yy’lar arasındaki müceddid olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca geçmiş dönemlerde gönderilmiş olan
müceddidler ile Hz. Mehdi arasındaki farkı açıklamış ve Hz. Mehdi'nin hangi
özelliğiyle bu müceddidlerden ayırt edilebileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman
eserlerinde Hz. Mehdi'den önce gelen müceddidlerin, onun üç vazifesinden birini
yerine getirdiklerini ve bu açıdan “bir nevi Mehdi ve müceddid görevi
üstlendiklerini” söylemiştir. Ancak Bediüzzaman, yukarıda bahsettiği üç
vazifenin üçünü birden yerine getirecek olan kişinin yalnızca “BÜYÜK MEHDİ” olacağını ve bu
özelliğiyle diğer müceddidlerden ayırt edileceğini belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman'ın
kullandığı “BİR NEVİ MEHDİ” ifadesi
de bu durumu açıklamaktadır. Bediüzzaman geçmişte gelen ve Hz. Mehdi'nin üç
büyük görevinden yalnızca bir tanesini yapan kimselerin gerçekte ahir zamanın
beklenen Mehdisi olmadıklarını, bu kimseleri “bir nevi mehdi” olarak
nitelendirerek ifade etmiştir.
Bediüzzaman kullandığı “HER BİRİ”
ifadesiyle Hz. Mehdi'den önce gelmiş olan müceddidlerin de Hz. Mehdi gibi
gerçek kişilikler olduklarına, şahs-ı manevi olmadıklarına dikkat çekmektedir.
Bu açıklamada bahsi geçen önceki yüzyıllarda gönderilen müceddidlerin birer
şahıs oldukları kabul görürken, Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine bir
şahıs olacağını belirttiği “Büyük Mehdi”nin bir şahsı manevi olacağı düşüncesi
elbette ki çelişkilidir. Bu düşünceye göre, ahir zaman Mehdisi’nden önce gelen
tüm müceddidlerin de birer şahsı manevi olması gerekirdi. Ancak böyle bir şey
söz konusu olmamıştır. Nitekim Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği
açıklamıştır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz (sav)'in
rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi ahir
zamanda “BİR ŞAHIS” olarak ortaya
çıkacak ve Allah’ın izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi birden yerine
getirecektir.
Bediüzzaman sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi olduğunu belirtmiştir.
Bunlardan birincisini, “sabık (önceki) Mehdiler”, diğerini ise ahir zamanda
gelecek olan “BÜYÜK MEHDİ” olarak adlandırmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetleri saymış ve bunları
ondan başka kimsenin yapamayacağını belirtmiştir. Bu yüzden, bu önemli
görevlerin yerine getirilmesine vesile olan kişiye “BÜYÜK MEHDİ” demiştir. Bediüzzaman eserlerinde, kendisi de dahil
olmak üzere önceki dönemlerde gelen, sabık Mehdiler olarak adlandırdığı
müceddidlerin bu üç görevi yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi
olamayacaklarını anlatmıştır. Bediüzzaman eserlerinde ayrıca söz konusu
kimselerin Büyük Mehdi ünvanını alamamalarının bir diğer sebebinin ise, bu
kişilerin Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde belirttiği özelliklere uymamaları
olduğunu bildirmiştir.
BEN, KENDİMİ SEYYİD (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) BİLEMİYORUM. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI AL-İ BEYT'TEN (Peygamberimiz
(sav)'in soyundan) OLACAKTIR.
(Emirdağ Lahikası, s. 247-250)
Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirilen en önemli özelliklerinden biri de, “seyyid”
yani Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan olmasıdır:
Kıyametin kopması için zamanda sadece
bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah BENİM EHL-İ BEYT’İMDEN (SOYUMDAN) BİR ZATI (Hz. Mehdi'yi)
gönderecek. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Bediüzzaman da bu sözünde, kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını,
Hz. Mehdi'nin ise bu mübarek soydan olacağını belirtmiştir:
Bediüzzaman seyyid değildir ve, seyyid olmamasının, kendisinin Mehdi
olmayacağının delillerinden biri olduğunu belirtmektedir. Kuşkusuz ki bir
kişiye bir soru sorulmasının nedeni, ilgili konunun doğrusunu öğrenmektir.
Bediüzzaman Said Nursi’ye de Mehdi olup olmadığının sorulmasının nedeni
doğruları öğrenmektir. Bu soru karşısında “Hayır,
ben Mehdi değilim” diyorsa ve bunun onlarca delilini öne sürüyorsa buna
inanmak gerekir. Zira Bediüzzaman çok açık bir şekilde bu konuya cevap vermiş
ve “ben seyyid değilim” demiştir.
Ayrıca Bediüzzaman eğer seyyid olmuş olsaydı, bunu gizlemesi için hiçbir
sebep yoktur. Çünkü seyyid olmak, saklanması gereken bir özellik değildir. Tam
aksine Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak Müslümanlar için büyük bir
şereftir. Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu hiçbir şekilde gizlemez
ve açıkça ifade ederdi. Peygamberimiz (sav)'in soyundan olduğunu ifade etmekten
büyük bir onur duyardı. Kendisine böyle bir soru sorulduğunda “Evet seyyidim, ama Mehdi değilim”
derdi. Zira Bediüzzaman bizzat kendi eserlerinde Peygamberimiz (sav)'in hadisini
hatırlatarak “seyyid olan bir
kişinin seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını”
belirtmiştir.
Seyyid
olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve
huruc (isyan) haram oldukları gibi... hadis ve Kuran’da dahi, ziyade veya
noksan etmek memnu’dur
(yasaklanmıştır). (Muhakemat, s. 52)
Bediüzzaman'ın bu sözü çok açıktır. Peygamberimiz (sav)’in hadisinde
bildirildiği gibi, İslam ahlakına göre, seyyid olan bir kişi hiçbir nedenle
bunu gizleyemez, saklayamaz. Seyyid olmayan bir kişi de ben seyyidim diyemez.
Bu durumda Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın, seyyidliğini
gizlediği yaklaşımı son derece yakışıksız bir düşüncedir. Bunun yanı sıra her
seyyid olan kişi, mutlaka Mehdi olacak diye bir durum da söz konusu değildir.
Dünya üzerinde milyonlarca seyyid olan insan bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid
olması Mehdi olmasını gerektirmediği için, her insan bu gerçeği rahatlıkla dile
getirebilir. Dahası Bediüzzaman “Benim bu
konudaki tek eksikliğim seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi olurdum” da
dememiştir. Tam aksine Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin tüm özelliklerini, yapacağı
benzersiz faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların hiçbirinin kendi
yaşadığı dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir.
Bediüzzaman “AL-İ BEYT’TEN
OLACAKTIR” sözleriyle Hz. Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen
seyyid bir kimse olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman eserlerinin çeşitli
bölümlerinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğine dikkat çekerek, Hz. Mehdi'nin manevi
bir varlık olmadığını, belirli bir soydan gelecek olan “BİR ŞAHIS” olduğunu vurgulamıştır. Peygamberimiz (sav)'in de Hz.
Mehdi'nin bu özelliğini bildirdiği çok sayıda hadisi vardır. Bir şahsı
manevinin peygamber soyundan gelmesi elbette ki söz konusu değildir. Ayrıca
böyle bir düşünce hem Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle hem de Bediüzzaman'ın
sözleriyle çok açık bir şekilde çelişmektedir. Bediüzzaman'ın da belirttiği
gibi, Hz. Mehdi “PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN
SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS” olacaktır.
Ümmetin beklediği, AHİR ZAMANDA
GELECEK ZATIN
ÜÇ VAZİFESİNDEN EN MÜHİMMİ (önemlisi) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI (değerlisi) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (gerçek imanı) NEŞR (yazma ve dağıtma yoluyla yaymak)
VE EHL-İ İMANI (iman edenleri) DALALETTEN (sapkınlıktan) KURTARMAK... (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden birincisinin ve en
önemlisinin gerçek imanı yayarak insanların sapkınlıktan kurtulmasına vesile
olması olduğunu belirtmiştir:
Bediüzzaman, Müslümanların beklediği, ahir zamanda gelecek mübarek şahsın
tek bir görevi olmayacağını bildirmiştir.
Bu şahsın “ÜÇ
BÜYÜK VE KAPSAMLI GÖREVİ” olacağını ifade etmiştir. Bediüzzaman bu
görevlerin;
1) İnsanların imanını kurtarmak,
2) İslam Birliğini kurmak ve tüm
dünya Müslümanlarının önderi olmak,
3) Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim
kılmak ve Hıristiyanlarla ittifak kurmak olduğunu açıklamıştır.
Peygamberimiz (sav)'den bu yana gönderilen müceddidler arasında, 1400 yıldır bu
görevlerin birini yalnızca belirli açılardan yerine getirmiş İslam büyükleri
olmuştur. İslam tarihinde insanların imanına vesile olan bir çok büyük âlim
vardır. Osmanlı padişahları İslam birliğini yönetmiş Müslüman önderlerdir.
Fakat hiçbiri, bahsedilen üç önemli görevi birden ve dünya çapında yerine
getirememişlerdir. Bediüzzaman da burada Hz. Mehdi'nin bu özelliğini
vurgulayarak, bu üstün vasıflı şahsın geçmiş dönemlerde geldiğinden bahsedilemeyeceğini,
bu görevlerin yapılmasının, onu insanlara tanıtan alameti olacağını
belirtmiştir.
Bediüzzaman “İMANI KURTARMA GÖREVİ”nin,
ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’nin üç vazifesinden birincisi olduğunu
belirtmiştir. Ve bu görevi, Hz. Mehdi’nin “en önemli ve en kıymetli
vazifesi”olarak adlandırmıştır. Ahir zamanda
gelecek olan bu
mübarek şahsın kendi döneminde
“çok büyük ve
önemli bir iman
hizmeti”gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bu hizmetin çapı daha önce
kimseye nasip olmamış büyüklükte olacaktır. Bediüzzaman burada kullandığı “NEŞR” kelimesiyle iman hakikatlerinin
her türlü imkan kullanılarak, çeşitli kitle iletişim araçlarıyla yapılacağına
dikkat çekmiştir. Doğal olarak bu şekilde imanı yayma çalışması da dünyadaki
tüm insanlar tarafından bilinecektir. Ahir zamanda Mesih Deccal’in fitnesi tüm
insanları çepeçevre sarmış olacak, bu büyüklükteki bir fitneyi etkisiz hale
getirip inananların imanını korumak da Hz. Mehdi’nin en büyük vazifelerinden
biri olacaktır. Bediüzzaman bugüne kadar böyle büyük çapta bir “imanı kurtarma
görevi”nin hiçbir müceddid tarafından yerine getirilmediğine ve Hz. Mehdi'nin
de bu görevini, böyle büyük bir etki bırakacak şekilde gerçekleştirmesiyle
tanınacağına işaret etmiştir.
... Bu hakikatdan anlaşılıyor ki; SONRA
GELECEK O MÜBAREK ZAT RİSALE-İ NUR’U
BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK (yazma ve dağıtma yoluyla yayacak
ve uygulayacak). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi,
s. 9)
Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha Hz. Mehdi'nin gelişini müjdelemiş ve
bu mübarek zatın, faaliyetlerini yerine getirirken kendisini “Hz. Mehdi'ye
zemin hazırlayan bir öncü” olarak tanımlayan Bediüzzaman'ın eserlerinden de
istifade edeceğini belirtmiştir.
Bediüzzaman eserlerinde, Hz. Mehdi'den önceki yüzyılın müceddidi olması
sebebiyle kendisini “Hz. Mehdi’nin bir öncüsü”, “ona zemin hazırlayan bir
askeri” olarak tanımlamıştır. Yine bir sözünde de, “kendisinin ektiği
tohumların Hz. Mehdi tarafından geliştirileceğini ve bu mübarek şahıs
vesilesiyle bu tohumların sümbülleneceğini” anlatarak, Hz. Mehdi'nin gelişinden
önce yaptığı çalışmalarla ona “bir ön hazırlık” yaptığını anlatmaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde de Risale-i Nur Külliyatı’nın Hz. Mehdi’nin tebliğinde
kullanacağı bir ön hazırlık olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman, ortaya çıktığında
Hz. Mehdi’nin, Risaleleri hazır yazılmış olarak bulacağını ve imanı kurtarma
vazifesinde Risaleler'den faydalanacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu
sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, Hz. Mehdi'nin “KENDİSİNDEN SONRAKİ DÖNEMDE GELECEK BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” bir kez
daha açıklığa kavuşturmuştur
O ZATIN
İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI (Kuran
ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (uygulamak ve yerine getirmektir). (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, bu sözünde de Hz. Mehdi'nin ikinci görevinin Kuran ahlakının
esaslarının tam olarak yaşanmasına vesile olmak olduğunu açıklamaktadır:
“İCRA VE TATBİK ETMEK”, “uygulamak,
yürürlüğe sokmak, yerine getirmek”
demektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi’nin, Kuran ahlakının
gerekliliklerini ve esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini tüm insanlar
arasında uygulamaya koyacağını ve hayata geçireceğini belirtmektedir. Bu da,
Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturması ve tüm Müslümanların liderliğini
üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir. Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak, bu
vazifeyi daha kimsenin yerine getirmemiş olduğuna ve gerçekleştiğinde de bunun,
Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden biri olacağına dikkat çekmiştir.
Birinci vazife, maddi kuvvetle değil belki kuvvetli itikad (güçlü ve
samimi bir iman) ve ihlas (yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu gözetme) ve sadakatle
(kalpten bağlılıkla) olduğu halde, BU
İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ, O İKİNCİ
VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN (yerine getirilebilsin).(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ikinci görevinin ancak “büyük bir maddi kuvvet
ve hakimiyetle” gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ikinci görevini ancak “BÜYÜK BİR MADDİ KUVVET VE HAKİMİYETLE” gerçekleştirilebileceğini
vurgulamıştır. Bu güce sahip olacak tek kişi Hz. Mehdi’dir. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin bu vazifesini dünya çapında gerçekleştireceğini hatırlatarak, onun
sahip olacağı maddi kuvvet ve hâkimiyetin de çok büyük boyutlarda olacağına
dikkat çekmiştir. Peygamberimiz (sav)'in döneminden bu yana böyle bir güç ve
hakimiyet sağlanamamıştır. Bediüzzaman da yaşadığı süre içerisinde böyle bir
güç ve hakimiyet sahibi olmamıştır. Tüm hayatını Kuran ahlakının tebliğine
adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir hizmet
vermiştir. Ancak onun tebliği maddi bir kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil,
gayet zor maddi şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Hem
Bediüzzaman hem de talebeleri büyük iman hizmetlerini çok kısıtlı imkanlarla
gerçekleştirmişlerdir. Tüm bu zorluklar içerisinde, Bediüzzaman şerefli
mücadelesini sürdürmüş ve ihlasıyla, samimiyetiyle Müslümanlara önemli bir
örnek teşkil etmiştir. Ancak bizzat kendisinin de belirttiği gibi, bu durum,
Hz. Mehdi'nin elde edeceği “gayet büyük maddi kuvvet ve hakimiyet”in
Bediüzzaman'ın hayatında söz konusu olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Nitekim
Bediüzzaman da, kendisine Mehdilik isnad eden kimselere Hz. Mehdi olmadığını bu
delili de öne sürerek açıklamıştır
O ZATIN
üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE’Yİ (İslam
halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM’A BİNA
EDEREK (İslam birliği üzerine kurarak),
İSEVİ RUHANİLERİYLE (dindar Hıristiyanlarla ve Hıristiyan alimleriyle)
İTTİFAK EDİP (iş birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM’A (İslam dinine) HİZMET ETMEKTİR. BU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT ve KUVVET ve MİLYONLAR
FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR(yerine
getirilebilir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin üçüncü vazifesinin İslam toplumunu birleştirmek
ve Hıristiyan alemiyle ittifak yapmak
olduğunu belirtmiştir.
Hz. Mehdi'nin İslam birliğini kurup
Hıristiyan önderlerle ittifak etmesi ve bu vesileyle İslam'a hizmet etmesi
Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ve öncesinde de gerçekleşmemiş olaylardır.
Bediüzzaman da bu vazifenin Allah’ın izniyle Hz. Mehdi tarafından yerine
getirileceğini belirterek, kendisinin Hz. Mehdi olmadığını bir kez daha
delillendirmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin İslam toplumunu birleştirip Hıristiyan
önderleriyle, İslam ve Hıristiyanlığın ortak cephesi olan "materyalizm ve
dinsizliğe" karşı ittifak edeceğini ve bu yolla İslam dinine hizmet
edeceğini bildirmektedir. Bir Kuran ayetinde bildirildiği gibi, “... iman edenlere sevgi bakımından en
yakın olarak da: "Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan
(birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük
taslamamaları nedeniyledir.” (Maide Suresi, 82) samimi Müslümanlar ve
samimi Hıristiyanlar birbirlerinin doğal müttefikidirler. Dinsizliğe karşı
ortak bir fikri mücadele
yürütmeleri ve yardımlaşmaları gerekir.
Ahir zamanda bu dayanışmanın en güzel örneği Hz. İsa ve
Hz. Mehdi vesilesiyle yaşanacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. Mehdi’nin
bu önemli alametine dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, kendisi hayatta iken henüz
gerçekleşmemiş olan bu gelişmeleri hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin kendisinden
sonraki bir tarihte gelecek bir şahıs olduğunu müjdelemektedir.
Bediüzzaman, İslam birliği ile Müslüman ve Hıristiyan dünyasının hak din
adına ittifak etmesi gibi büyük bir olayın ancak üç şartın oluşmasıyla
gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman “PEK BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET” sözleriyle bu şartlardan ikisini
açıklamaktadır. “Saltanat” kavramı,
güç ve yetki ifade eden bir kelimedir. “KUVVET”
kavramı ise “istediği şeyi icra edebilme gücü yani yetki”yi tanımlamaktadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturup bu birliğin liderliğini
üstleneceğini ve “pek büyük bir kuvvet
ve yetkiye sahip olacağını” bildirmiştir. Bediüzzaman'ın “PEK BÜYÜK” sözleri, Hz. Mehdi'nin
sahip olacağı bu kuvvetin ve saltanatın çapının büyüklüğünü ifade etmektedir.
Böyle büyük bir kuvvetin Bediüzzaman ve ondan önceki müceddidlerin zamanında
gerçekleşmediği bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin bu önemli
alametini vurgulayarak, bu mübarek zatın kendi yaşadığı dönemde henüz
gelmediğini, ortaya çıktığında ise bu özellikleriyle tanınacağını
hatırlatmıştır.
Bediüzzaman “MİLYONLAR FEDAKARLARLA
TATBİK EDİLEBİLİR” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesini yerine
getirebilmesi için gerekli olan üçüncü şartın “MİLYONLARCA FEDAKARLAR” olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu
sözleriyle Hz. Mehdi'ye tabi olan, onu destekleyen milyonlarca kişi olacağını
bildirmiştir. Böyle geniş çaplı bir destek Bediüzzaman'ın iman hizmetinde söz
konusu olmamıştır. Dahası, Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu görevini yerine
getirebilmesi için sadece “milyonları aşan fedakarane bir destek” değil, aynı
zamanda “büyük bir kuvvet, kudret ve hakimiyet”in de bununla birarada oluşması
gerektiğini belirtmiştir. Bu gerçeği hatırlatarak da, Hz. Mehdi'nin kendi
yaşadığı devirde gelmemiş olduğunu ortaya koymuştur.
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır
(değerlidir), fakat O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ
VAZİFELER PEK PARLAK VE ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (alanda) VE ŞA’ŞALI (gösterişli) BİR
TARZDA OLDUĞUNDANUMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (genelin ve halkın gözünde) DAHA EHEMMİYETLİ (önemli) GÖRÜNÜYORLAR. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerinin, birincisine
kıyasla çok daha geniş bir alanda etki oluşturacak büyük icraatlar olduğunu
açıklamıştır.
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerinin çok
geniş kitleleri ve coğrafyaları kapsayan gösterişli, görkemli ve geniş yankılar
uyandıran icraatlar olduğunu belirtmektedir. Nitekim, İslam Birliğini kurmak,
tüm Müslümanların liderliğini üstlenmek, Hıristiyanlarla ittifak ve dayanışma
içine girmek ve sonucunda İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılmak, dünya
tarihinin belki de en büyük ve en görkemli olaylarından olacaktır.
Bediüzzaman'ın sözünü ettiği bu vazifeler Bediüzzaman'ın yaşadığı devirde
ve İslam tarihinin hiçbir döneminde, Hz. Mehdi döneminde olacağı gibi
yaşanmamıştır. Bediüzzaman'ın ihtişamlı faaliyetlerini bu derece detaylı tarif
ettiği kişi, kendisinden sonra geleceğini ve bu üç vazifeyi en gösterişli
biçimde yerine getireceğini ifade ettiği Hz. Mehdi'dir.
TA AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ
DAİRESİNDE (dünya çapında) ASIL
SAHİPLERİ, YANİ MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (talebeleri) CENAB-I
HAKK’IN İZNİYLE GELİR , O DAİREYİ
GENİŞLETİR ve O TOHUMLAR
SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE KABRİMİZDE
SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ. (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 138)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda ortaya çıkacağını haber
vermektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve talebelerini Risale-i Nur'un asıl
sahipleri olarak nitelendirmekte, Risale-i Nur'un başlattığı hizmeti bu mübarek
şahsın tamamlayacağını müjdelemektedir:
Bediüzzaman burada kullandığı “TA
AHİR ZAMANDA” sözleriyle Hz. Mehdi'nin geleceği zamanı belirtmektedir.
Bediüzzaman bu ifadesiyle öncelikle Hz. Mehdi'nin kendisinden “İLERİKİ BİR TARİHTE” geleceğini dile
getirmektedir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı “TA” kelimesi ise bu konuya açıklık getiren önemli bir ifadedir. “TA” kelimesi uzaklık ifade eden bir
kelimedir. Bediüzzaman bu ekle, ahir zamanın kendi yaşadığı dönemin çok daha
ilerisinde, daha uzakta bir zaman olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman
Risale-i Nur'un dar dairede yani sınırlı bir kesim içerisinde başlattığı
hizmetleri daha ileriki bir tarihte gelecek olan Hz. Mehdi ve talebelerinin
devam ettireceklerini ve bunu dünya çapında bir hizmete dönüştüreceklerini
bildirmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, Hz.
Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde geleceğini açık bir şekilde ifade
etmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden bahsettiği kimi
sözlerinde “dar ve geniş daire"
(dar ve geniş alemler) kavramlarını
kullanmıştır. Bediüzzaman Risale-i Nur’un etkisinin ve bu yolla yapılan iman
hizmetinin dar dairede yani sınırlı bir bölgede yapılan bir faaliyet olduğunu
ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerin ise “HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE” yani “DÜNYA ÇAPINDA” gerçekleştirileceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi,
Allah’ın izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, halihazırda dünyanın
pek çok yerinde dağınık halde bulunan Müslümanlar arasında İslam birliğini
sağlayacak ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Tüm bunlar Hz.
Mehdi'nin “HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE”
yerine getireceği görevlerin delillerini oluşturacak ve Hz. Mehdi'nin
tanınmasını sağlayan alametler olacaktır. Bediüzzaman da sözlerinin pek çoğunda
bu konuyu göndeme getirerek, bunu, kendisinin Hz. Mehdi olmadığına dair bir
delil olarak göstermiş, Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerin etkisinin
büyüklüğünü hatırlatmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi burada ahir zamanda gelecek ve Kuran ahlakını tüm
dünyada hakim kılacak olan Hz. Mehdi’den, Bediüzzaman’ın attığı tohumların “ASIL SAHİPLERİ” olarak bahsetmektedir.
Bu açıklamalarına göre, Bediüzzaman Kuran ahlakının dünya hakimiyetinin
tohumlarını atan bir müceddid, Hz. Mehdi ise bu hakimiyetin asıl sahibi
olacaktır. Hz. İsa ile birlikte İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak olan
ahir zaman topluluğunun lideri Allah’ın izniyle Hz. Mehdi olacaktır.
Dolayısıyla Bediüzzaman Hz. Mehdi ve onun talebeleri için burada kullandığı “ASIL SAHİPLERİ” ifadesiyle Hz.
Mehdi'nin ve talebelerinin dünya çapında yerine getireceği görevlerin asıl
sahibinin kendisi olmadığını açıklamış ve böylece kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını da ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinde vurguladığı bir başka önemli nokta ise, Hz.
Mehdi ve onun şahsı manevisini oluşturan talebelerinin iki ayrı kavram
olduğudur. Bediüzzaman “Hz. Mehdi VE
şakirtleri” derken burada kullandığı “VE” kelimesiyle bu duruma açıklık
getirmektedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ancak ikisinin biraraya
gelmesinden Hz. Mehdi’nin şahsı manevisi oluşmaktadır. Ama bu şahsı manevinin
oluşabilmesi için başta mutlaka Hz. Mehdi bir şahıs olarak bulunacaktır.
Bediüzzaman da burada “HZ. MEHDİ VE
ŞAKİRTLERİ” sözleriyle bu gerçeği dile getirmekte ve Hz. Mehdi'nin manevi
bir şahıs olarak değil, talebelerinin başında ayrı bir şahsiyet olarak var
olacağını ifade etmektedir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’den önce gelmiş, insanların Allah’ın dininden
uzaklaştığı bir ortamda Kuran ahlakı ve iman hakikatleri üzerinde durarak çok
büyük bir imani hareket başlatmıştır. “O
TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR” sözleriyle bu büyük fikri mücadelesini tohum ekmeye
benzetmektedir. Sonradan Hz. Mehdi zamanında bu iman tohumlarının
sümbülleneceğini, yani Hz. Mehdi’nin Bediüzzamanın başlattığı bu imani
çalışmaları genişleteceğini ve sonuca ulaştıracağını ifade etmektedir.
Bediüzzaman bu örneklendirmesiyle kendisinin Hz. Mehdi'den önceki bir dönemde
yaşadığını, Hz. Mehdi'nin gelişinin ise kendisinden sonraki bir dönemde
gerçekleşeceğini açıkça ifade etmektedir.
Bediüzzaman, “BİZLER DE KABRİMİZDEN
SEYREDİP” sözleriyle, ektiği iman tohumlarının sümbülleneceği yani Hz.
Mehdi'nin Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağı dönemde, kendisinin vefat
etmiş olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha kendisinin
Hz. Mehdi olmadığını, onun gelip görevine başladığı dönemde kendisinin hayatta
olmayacağını hatırlatarak ifade etmiştir
Hem bu ÜÇ VEZAİF (görevin) BİRDEN BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU
ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine
engel olmaması, zarar vermemesi) PEK
UZAK, ADETA KABİL (mümkün)
GÖRÜLMÜYOR. Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ
NEBEVİ'NİN (A.S.M.) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (Peygamberimiz (sav)'in soyunun
nurani cemaatini) TEMSİL EDEN HAZRET-İ MEHDİ'DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I
MANEVİDE ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR (bir araya gelebilir, toplanabilir) (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 156)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç görevi olduğunu belirtmekte, bu
üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi'nin en önemli
alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir. Bediüzzaman kendi yaşadığı
dönemde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz. Mehdi'nin
gerçekleştirebileceğini söylemektedir:
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç
görev olduğundan bahsetmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin en önemli
alametlerinden birinin bu üç görevi birden yerine getirmesi olduğunu
belirtmektedir. Bu görevlerin birincisi materyalist, Darwinist ve ateist
felsefelerle fikri mücadele yapılması ve bu akımların fikren tam olarak
susturulmasıdır. İkincisi İslam dünyasının liderliğini üstlenerek İslam
birliğinin sağlanması, üçüncüsü ise Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in
sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Ahir
zamanda gelecek olan Hz. Mehdi, bu görevlerin üçünü birden yerine getirecektir.
Bu alamet, onun tanınmasını sağlayacak ve onun en önemli özelliklerinden
olacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi’nin aynı anda, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ” olarak üç
özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını
söylemiştir. Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla
önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların
hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi bu şekilde
birarada yerine getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın “BÜYÜK MEHDİSİ” ünvanını alamadıklarını
belirtmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “ÜÇ
VEZAİF (GÖREVİN) BİRDEN” yerine getireceğini hatırlattığı bu sözüyle bu
konunun önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak üzere,
önceki müceddidlerin hiçbirinin bunların üçünü birarada gerçekleştirmediğini
belirterek Hz. Mehdi'nin o dönemde henüz gelmemiş olduğunu ifade etmektedir.
Bediüzzaman “BU ZAMANDA”
sözleriyle kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz.
Mehdi'nin yerine getireceği üç görevi birden
mükemmel bir biçimde,
hakkıyla ve biri
diğerine mani olmadan, zarar
vermeden, eksiksiz ve kusursuz olarak başarabilecek bir şahıs ya da cemaat
bulunmadığını belirtmektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu
“PEK UZAK” ve “ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR”
sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu da,
Hz. Mehdi'nin Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemde ortaya çıkmadığını gösteren bir başka önemli delildir.
Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, üç görevin birden yerine getirilmesine imkan
olmamıştır. Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra gelecek Büyük
Mehdi'nin bu görevlerin hepsini yerine getireceğini bildirmektedir.
Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirildiği
üzere “seyyid” yani “Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen bir
kimse” olacağını, “kendisinin ise
seyyid olmadığını” belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya bir
kez daha açıklık getirmekte, “AL-İ
BEYT’İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ TEMSİL EDEN” sözleriyle Hz.
Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'in mübarek soyundan olacağına dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu önemli alametlerinden birini hatırlatarak
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmektedir.
Bediüzzaman'ın açıkladığı üç büyük görev ancak ahir zamanda gelecek Hz.
Mehdi'nin yerine getirebileceği görevlerdir. Bediüzzaman, burada kullandığı "ANCAK" kelimesiyle bir
başkasının bu görevleri başarmasının Allah’ın dilemesiyle “İMKANSIZ” olduğunu belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri
yalnızca Hz. Mehdi'nin yerine getirebilmesini takdir etmiştir. Hz. Mehdi de
kaderinde böyle takdir edildiği için bu görevleri Allah'ın izniyle başarıyla
yerine getirecektir. İslam tarihinde henüz bunu başaran bir kimse ya da
topluluk görülmediği gibi, Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde de bu durumun
gerçekleşmediğini vurgulamaktad
Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten (veli şahıstan) işittim ki; o zat,
eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş (manasını ortaya çıkarmış)
ve kanaati gelmiş ki: ‘Şark tarafından bir nur zuhur edecek (ortaya çıkacak),
bidatlar zulümatını (dine sonradan girmiş hurafeleri) dağıtacak BEN
BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (ortaya çıkışını) ÇOK İNTİZAR ETTİM (gözledim) VE
EDİYORUM. FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR.
ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE ZEMİN
HAZIR ETMEK LAZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANİ ZATLARA (nurlu şahıslara) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve yardımcılarını “baharda gelecek kudsi çiçekler”
olarak nitelendirmiş, kendisinin ise, “yaptığı hizmetlerle bu mübarek şahsa
zemin hazırlayan bir öncü” olduğunu belirtmiştir:
Bediüzzaman, “BİR NUR” olarak
ifade ettiği ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışını çok
gözlediğini ve hala da gözlemekte olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman bu
sözleriyle çok açık bir şekilde kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ve kendisinin
de bu mübarek şahsın çıkışını büyük bir heyecanla gözlediğini belirtmektedir.
Yalnız Bediüzzaman değil, sahabeler döneminden itibaren milyonlarca samimi
Müslüman, İslam alimleri, mezhep imamları, müçtehidler Hz. Mehdi ve
beraberindeki müminlere karşı derin bir sevgi beslemişlerdir. 1400 yıldır bu
mübarek zatı sevgi ve saygıyla anmışlardır. Ona ve cemaatine dua etmişler,
onlar için Allah’tan yardım dilemişlerdir. Hz. Mehdi ve cemaati gelmiş geçmiş
tüm Müslümanların ortak dostudur. Tüm inananlar için şevk ve heyecan
vesilesidir. Bediüzzaman da sözlerinde bu bakış açısını dile getirmekte,
kendisinin de büyük bir heyecan ve sevgiyle Hz. Mehdi'nin gelişini beklediğini
ifade etmektedir. Bediüzzaman, burada kullandığı “ÇOK İNTİZAR ETTİM VE EDİYORUM” yani “ÇOK GÖZLEDİM VE GÖZLÜYORUM” sözleriyle bu durumu dile getirmiş,
ancak hayatta olduğu süre içerisinde bu kutlu şahsın çıkışının
gerçekleşmediğini bildirmiştir.
Bediüzzaman ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi ve cemaatine karşı içten ve
derin bir sevgi sahibidir. Hz. Mehdi ve yanındakilerin güzel ahlakını ve
mücadelelerini “ÇİÇEKLER”e
benzetmekte ve onların baharda, yeryüzünün tüm güzelliklerinin ortaya çıktığı
dönemde geleceklerini anlatmaktadır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin geleceği dönemi
karanlık kara bir kışın ardından gelen aydınlık, güneşli, güzelliklerle dolu
bir bahara benzetmektedir. Bediüzzaman'ın çiçek benzetmesi bu dönemde yaşanacak
huzur, barış adalet ve güzellikleri anlatmak için yapılmış çok güzel bir
örneklendirmedir. Bediüzzaman bu bahar döneminin çok yakın olduğunu
bildirmektedir. Bir başka açıklamasında ise kendisinin "acele edip kışta
geldiğini" belirtmiş; nasıl kışın hemen ardından bahar geliyorsa, ahir
zamanda gelecek mübarek şahıs ve cemaatinin de, kendisinden hemen sonra baharı
getireceğini müjdelemiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle çok açık bir şekilde
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, ancak bu mübarek zata ortam hazırlayan bir
öncüsü olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman bir kez daha “KUDSİ
ÇİÇEKLER” sözleriyle bahsettiği Hz. Mehdi ve talebelerine karşı olan
sevgisini dile getirmiş, Hz. Mehdi'nin gelişini çok gözlediğini ve halen de
gözlemeye devam ettiğini belirtmiştir. Bu durumda gelecek olan şahıslara, yani
Hz. Mehdi ve cemaatine zemin hazırlamak gerektiğini söyleyen Bediüzzaman,
kendisinin ve cemaatinin bu görevi
üstlendiğini ifade etmiştir. Onlardan önce gelip onlar için ön bir
hizmet ve hazırlık yaptığını söyleyerek, Hz.
Mehdi'nin kendisinden sonra gelecek bir şahıs olduğunu bir kez daha dile
getirmiştir.
Bediüzzaman "ANLADIK Kİ"
sözleriyle, kendisinin Hz. Mehdi olmadığı, ancak yaptığı hizmetlerle bu mübarek
kişiye zemin hazırlamakta olduğu konusundaki kanaatini dile getirmektedir. “ANLADIK Kİ” ifadesi, Bediüzzaman'ın
kalbine gelen gerçeği ve Bediüzzaman'ın bu gerçeğe net ve samimi olarak
inandığını göstermektedir. Bediüzzaman bu kelimeyle, tevazu gereği böyle bir
söz söylemediğini, delilleriyle açıkça ortada olan bu konuda kesin kanaatini
ifade ettiğini ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde "HİZMETİMİZLE"
diyerek çoğul bir ifade kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman bu hizmette tek
başına değildir; kendisine yardımcı olan Nur cemaati de vardır. Bediüzzaman
"hizmetimizle" derken tüm Nur talebelerini de bu hizmete dahil
etmektedir.
Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette EN
BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük
İslam alimi) hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her
yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere
gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem HAKİM,
hem MEHDİ
hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren
kişi) hem KUTB-U AZAM (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük
evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi)
olarak BİR ZAT-I NURANİYİ (nurlu bir zatı) GÖNDERECEK ve O ZAT da, EHL-İ
BEYT-İ NEBEVİDEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) OLACAKTIR. Cenab-ı Hak bir
dakika zarfında beyn-es sema vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki alemi)
bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin
eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini (örneğini)
ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden
KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye
muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ İLE
DE, ALEM-İ İSLAM’IN (İslam aleminin)
ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA’DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR. (Mektubat, s. 411-412)
Bediüzzaman ahir zaman alametlerinin şiddetlendiği dönemde Allah’ın
insanların kurtuluşuna vesile olması için Peygamberimiz (sav)'in soyundan
nurani bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi göndereceğini bildirmiş ve bu kutlu zatı
geçmiş dönemlerdeki müceddidlerden ayıran özellikleri anlatmıştır:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde her yüzyıl başında insanlara din ahlakını
ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunan bir
müceddid gönderileceğini bildirmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın
müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779) yılında doğmuş,
Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir. Dolayısıyla bu mübarek insan
ittifakla Hicri 12. ve 13. asırlar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman Said
Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi’den tam 100 sene sonra, Hicri 1293 (Miladi
1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960) yılıdır.
Bediüzzaman da Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den tam yüz sene sonra
yayınlanan Risale-i Nur’un müellifi (yazarı) olması sebebiyle kendisinin de 13.
ve 14. asırlar arasındaki müceddid olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ise kendisinden sonra geleceğini -tarih
vererek- bildirmiş, Hicri 14. ve 15. yüzyıllar arasındaki
"müceddid"in Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir. Bediüzzaman bu
sözünde de Hz. Mehdi için "EN BÜYÜK
MÜCEDDİD ve EN BÜYÜK MÜÇTEHİD"
sıfatlarını kullanmaktadır. "MÜCEDDİD"
dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına
göre açıklayan, "MÜÇTEHİD"
de ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük
İslam alimi ve önderidir. Bu vasıftaki büyük zatlar, İslam toplumlarına
örnek olmuş, yol
göstermiş, zamanın kutbu olmuş
önderlerdir. Bu önderlerden kimi içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile
ortaya koyma) ve hüküm verme vasıflarından dolayı "mezhep
önderleri" olmuşlardır; Müslümanlar da onlara uymuşlardır.
İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki bu önderlerden olup 4
mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i sünnet onların verdiği hükümlerle amel
etmektedir. Bediüzzaman bu "müçtehid ve müceddid"lerin en
büyüklerinin ise Hz. Mehdi olacağını ifade etmiştir. Bu da Hz. Mehdi'nin
içtihat etme (hükümleri usulüne uygun
olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm vermeye en
yetkili kişi olarak, kendisinin de “tüm
mezhepleri kaldıracağını” göstermektedir. Zira en büyük mezhep imamı
olduğuna göre zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması gerekir. Zamanında herkesin
ona uyacağının bildirilmiş olması da bunu doğrulamaktadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “en büyük
müceddid ve müçtehid” olduğunu söyleyerek onun tüm mezheplerin üstünde
olacağını ifade etmiştir. Geçmişten günümüze pek çok İslam alimi eserlerinde bu
konuya değinmişlerdir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan
Muhyiddin Arabi ise "Fütühat-ül
Mekkiye" isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir:
... MEHDİ, DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU
GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN
BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet
Alametleri, sf. 186-187)
Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i
Ebediye adlı eserinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA
GELECEKTİR. Resullulah Efendimizin (sav) soyundan
olacaktır. İsa Aleyhisselam’la buluşacak, MEZHEPLERİ
KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye, s. 35)
Bediüzzaman Said Nursi bilindiği gibi Şafi mezhebindendir. Bir mezhep
sahibi değildir ve bir başka mezhep kurucusuna tabi olmuştur; İmam Şafi’yi
imamı olarak kabul etmiştir. Bediüzzaman bu konuyu eserlerinde şöyle ifade
etmiştir:
“Evvelâ: Ben Şafiî’yim...” (Emirdağ Lahikası, s. 38)
“... hem hususî Şafiîce ibadetime.”
(Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202)
“Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim...”
(Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
“Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için...” (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Hz. Mehdi tüm mezhepleri kaldıracak ve tüm mezheplerin üzerinde
olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan Bediüzzaman da, bu özelliğin Hz. Mehdi'ye ait
olacağını belirterek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını açıklamıştır.
Ayrıca Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu bir kez
daha çok açık deliller vererek ortaya koymuştur. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin aynı
zamanda hem “BİR MÜCEDDİD” hem de “BİR MÜÇTEHİD” olacağını söylemiştir.
Hz. Mehdi'nin bu sıfatlarına uygun olarak “dini devrin ihtiyaçlarına göre
açıklayabilmesi ve ihtiyaç olduğunda ayetlerden hüküm çıkarabilmesi, bir İslam
alimi ve önderi olabilmesi” için çok açıktır ki “BİR İNSAN” olması gerekmektedir. Bir şahsı manevinin “açıklama
yapabilmesi, hüküm çıkarabilmesi ya bir İslam alimi ve önderi olabilmesi” mümkün
değildir. Bediüzzaman da bu
özelliklerini vurgulayarak “HZ.
MEHDİ'NİN BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” ifade etmiştir.
Tüm elçiler ve peygamberler gibi, Peygamberimiz (sav)’den sonra gelen ve
İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid bir şahsı manevi olarak
gönderilmemiştir. Allah’ın Kuran’da bildirdiği adetullahına uygun olarak tüm
müceddidler, insanları uyarıp korkutacak, onları Allah’ın rızası, rahmeti ve
cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan ayıran, hidayet rehberi
olabilecek “BİRER İNSAN” olarak
gelmişlerdir. Örneğin Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi müceddidler
yaşadıkları yüzyıllarda birer şahıs olarak gelmiş büyük İslam alimleridir.
Bediüzzaman’ın da dikkat çektiği gibi, 1400 senedir heyecanla beklenen Hz.
Mehdi de Allah’ın izniyle bu adetullaha uygun olarak müceddid ve müçtehid
sıfatlarını taşıyabilecek “BİR ŞAHIS”
olarak gelecektir.
Bediüzzaman’ın kullandığı “HAKİM”
kelimesinin sözlük anlamı, "Haklı ve haksızı ayırıp adalet üzere hükmeden,
idare eden"dir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği
görevlerinden bahsetmiş, halihazırda dağınık halde bulunan tüm İslam dünyasını
birleştirip bu birlikteliğin liderliğini üstlenmenin de Hz. Mehdi'nin bu
görevlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, burada
belirttiği “HAKİM”lik sıfatını
kullanarak, tüm İslam aleminin başında olacağını ve Müslümanların meselelerine
çözüm getireceğini bildirmiştir. Buna göre, Hz. Mehdi karar mekanizmasının
başında olacak, onun adil hükümleri ve yönlendirmesiyle İslam dünyası idare
edilecektir. Böyle bir gelişme şu ana kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim
Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini dile getirmiş; ortaya çıktığında
Hz. Mehdi'nin bu “HAKİMLİK VASFINI
TAŞIMASIYLA TANINABİLECEĞİNE” dikkat çekmiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi
olmadığı konusuna da kesin ifadelerle açıklık getirmiştir. Bir şahsı manevinin
“hakimlik” sıfatını taşıması, Müslümanların liderliğini üstlenerek adalet
konusunda hüküm verebilmesi, bir topluluğu idare edebilmesi hiç şüphe yok ki
imkansızdır. Tüm bunlar ancak bir insanın sahip olabileceği özelliklerdir. Yine
bunlar ancak imanla, akıl, muhakeme ve vicdan kullanarak yerine getirilebilecek
sorumluluklardır. Bir şahsı manevinin ise bu özelliklerin hiçbirine sahip
olmadığı, dolayısıyla da hakim vasfıyla Müslümanları yönetemeyeceği son derece
açık bir gerçektir. Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği açıkça ifade etmiş,
Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu
açıklamıştır.
Bediüzzaman Rabbimiz'in, ahir zamanın en zorlu ortamında, tüm insanların
kurtuluşuna vesile olması için göndereceği mübarek zatın ayrıca “MEHDİ” vasfını da taşıyacağını
bildirmiştir. “MEHDİ” kelimesi, “HİDAYETE EREN, HİDAYETE VESİLE OLAN VE
HİDAYETE YÖNELTEN” anlamlarındadır. Mehdi sıfatı, özel bir lütuf olarak
Allah'ın hidayetine mazhar olan ve Allah’ın kendisine yol gösterdiği kişiyi
tanımlamaktadır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi de ismini bu özelliğinden
almaktadır. Bir şahsı manevinin “Mehdi vasfını taşıması” ise hiçbir şekilde söz
konusu değildir. Allah’tan bir lütuf olarak verilen “HİDAYET BULMA” özelliğinin “BİR
İNSANI” tanımladığı çok açıktır. Bir şahsı manevinin “hidayet bulma” ve
“insanların hidayetlerine vesile olma” özellikleri olamaz. Bediüzzaman da burada bu gerçeği vurgulamış,
Hz. Mehdi'nin “MEHDİ” vasfını
belirterek, onun “BİR ŞAHIS”
olduğunu bir kez daha vurgulamıştır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin özelliklerinden bazılarını saydığı bu sözünde
onun aynı zamanda hem “MÜRŞİD” hem
de “KUTB-U AZAM” olacağını
bildirmiştir. “MÜRŞİD” kelimesi “DOĞRU YOLU GÖSTEREN KİMSE” anlamına
gelmektedir. “KUTB-U AZAM” ifadesi
ise “MÜSLÜMANLARIN KENDİSİNE
BAĞLANDIKLARI BÜYÜK EVLİYALARDAN, ZAMANIN EN BÜYÜK MÜRŞİDİ” anlamındadır.
Bediüzzaman bu sözünün başındaki “ahir zamanın en büyük fesadı zamanında”
ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin dünyanın belki de en buhranlı devresi olan ahir
zamanda, dünya çapında yapacağı çalışmalarla, imandan ve doğru yoldan, din
ahlakından uzaklaşmış insanlığı gafletten uyandırıp hidayete yönelteceğini bildirmiştir.
Hz. Mehdi, Müslümanların kendisine bağlandığı, zamanın en büyük yol göstericisi
olacaktır.
Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı yukarıdaki vasıflar, anlamlarından da
anlaşılacağı gibi “TEK BİR KİŞİ”ye
ait olacak özelliklerdir. Bir şahsı manevinin “mürşid” ve “kutb-u azam” olması
düşünülemez. Bediüzzaman açıkça Hz. Mehdi'nin yaşadığı dönemde “tüm Müslümanların kendisine bağlandığı en
büyük evliyalardan, zamanının doğru yolu gösteren en büyük mürşidi olan BİR
ŞAHIS” olacağını ifade etmiştir.
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi’nin “BİR
ZAT-I NURANİ” olduğundan
bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman
Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada “bir zat-ı nuraniden” değil, “bir şahsı
manevi-i nuraniden” bahsederdi. Ancak çok açık olarak Hz. Mehdi için “BİR ZAT” ifadesini kullanmıştır.
Ayrıca “NURANİ” kelimesiyle de bu
mübarek zatın bir özelliğini de vurgulamış, onun “NURLU BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmiştir. Bir şahsı manevinin “NURLU” olmasından söz edebilmek mümkün
değildir. Bu bir insanda görülebilecek bir özelliktir. Bediüzzaman da tüm bu
vurguları ve açıklamalarıyla Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığını, mübarek
“BİR İNSAN” olduğunu açıkça
belirtmiştir.
Ayrıca Bediüzzaman burada “iki zat” ya da “üç zat” gibi ifadelere yer
vermemiş, kullandığı “BİR ZAT-I NURANİ”
ifadesiyle Hz. Mehdi'nin yalnızca “TEK
BİR ŞAHIS” olduğunu da ifade etmiştir.
Bediüzzaman bunun yanı sıra bu sözündeki “GÖNDERECEK” ifadesiyle de Hz. Mehdi'nin gelişinin Allah’ın izniyle
kesin olarak gerçekleşeceğini umduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman bu sözüyle
aynı zamanda Hz. Mehdi'nin gelişinin geçmişte ya da kendi döneminde henüz
gerçekleşmemiş olduğunu da belirtmektedir. Eğer böyle bir kanaati olsaydı hiç
kuşkusuz ki Bediüzzaman “Cenab-ı Hak... gönderdi” ya da “göndermiş” gibi,
geçmiş zamanı ifade eden bir fiil kullanırdı. Ancak Bediüzzaman bu
ifadelerin hiçbirine yer
vermemiş ve gelecek zamana işaret
ederek Rabbimiz'in Hz. Mehdi'yi kendisinden “İLERİDEKİ BİR ZAMANDA GÖNDERECEĞİNİ” bildirmiştir.
Bediüzzaman “HZ. MEHDİ'NİN
PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS OLACAĞINI” belirtmektedir.
Bediüzzaman eserlerinde bu konuyu da çok sık olarak vurgulamaktadır.
Bediüzzaman bir şahsı manevinin,
peygamber soyundan gelemeyeceğini kuşkusuz ki çok iyi
bilmektedir. Bu özelliğini hatırlatarak Hz. Mehdi'nin mübarek bir soydan gelen “BİR İNSAN” olacağını ifade
etmektedir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman
risalelerde birçok kez kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını
belirtmiş ve Hz. Mehdi geldiğinde, diğer müceddidlerden bu özelliğiyle ayırt
edilebileceğine dikkat çekmiştir.
Bediüzzaman, Celal ve Kudret sahibi olan Rabbimiz'in, Hz. Mehdi ile
dinsizlik ve zulüm devrini ortadan kaldıracağını belirtmiştir. Rabbimiz'in, yer
ile gök arasındaki tüm alemi bulutlarla bir dakika içinde doldurup boşalttığı,
bir saniyede denizin fırtınalarını durdurduğu ve bahar mevsiminde bir saatte
yaz mevsiminin örneğini ve yazın da bir saatte kış fırtınasını yarattığı gibi,
bu olayı da hemen gerçekleştirmeye kadir olduğunu hatırlatmıştır. Bediüzzaman,
Allah’ın bu vaadinin hak olduğunu ve vaadini mutlaka gerçekleştireceğini ifade
etmiştir.
Hz. Mehdi Allah’ın izniyle İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı zulüm ve
zorluklara son vermekle görevli kişi olacak ve çalışmalarıyla tüm dünya çapında
etkili olacaktır. Ancak böylesine tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek bir
durum ne Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, ne de daha önce gerçekleşmemiştir.
Bediüzzaman'ın döneminde bu zulüm devam etmekteydi; komünizm dahi henüz
yıkılmamış durumdaydı. Müslümanlara
yapılan zulüm ise tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmekteydi. Çok
yakın tarihe kadar Bosna'da, günümüzde hala Keşmir'de, Moro'da, Filistin'de ve
daha dünyanın birçok yerinde Müslümanların en temel haklarının bile elinden
alındığı, haksız yere öldürüldükleri bilinmektedir.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde zulüm ve esaretin ortadan
kaldırılması hiçbir şekilde söz konusu olmamıştır. Hatta Bediüzzaman'ın bizzat
kendisi bu şartlar
nedeniyle hayatının çok büyük bir
bölümünü zulüm ve
esaret altında geçirmiştir.
Bediüzzaman, hadislerde bildirildiği gibi, İslam dünyasının üzerindeki
bu zulmü kaldıracak kişinin ancak Hz. Mehdi olacağını belirtmiştir. Kendisinin
böyle bir olaya vesile olmadığını ve bu görevi yerine getirecek olanın Hz.
Mehdi olduğunu ifade etmiştir.
Böyle bir cemaat-ı azime (Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan gelen
büyük seyyidler cemaati) içindeki mukkades kuvveti tehyic edecek (harekete
geçirecek) ve uyandıracak HADİSAT-I
AZİME (büyük olaylar) VÜCUDA GELİYOR
(meydana geliyor). Elbette O
KUVVET-İ AZİMEDEKİ (büyük kuvvetteki) BİR
HAMİYET-İ ALİYE (yüce bir gayret) FEVERAN
EDECEK (harekete geçecek) ve HAZRETİ
MEHDİ BAŞINA GEÇİP, TARİK-I HAK (hak yola) VE HAKİKATE (gerçeğe) SEVK
EDECEK. (Mektubat, s. 473)
Bediüzzaman, ahir zamanda Müslümanların hamiyet yani koruma duygularını
harekete geçirecek ve gayretlerini artıracak büyük olaylar yaşanacağına dikkat
çekmekte ve Hz. Mehdi'nin Müslümanların önderliğini üstlenerek, onları doğruya
ileteceğini açıklamaktadır:
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ahir zamanda insanları hayrete
düşürecek çok büyük olayların meydana geleceği haber verilmektedir. Ahir zaman,
olağanüstü doğa olaylarının yaşanacağı, teknolojik ilerlemeler neticesinde
şaşırtıcı gelişmelerin meydana geleceği bir dönemdir. Hadislerde bildirildiğine
göre, Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışından önce, dünya genelinde kargaşa, anarşi ve
terör artacak, açlık ve yokluk yaygınlaşacak, Müslümanlar büyük sıkıntılar
yaşayacaklardır. İşte böyle bir ortamda Allah, Hz. Mehdi'yi vesile ederek
insanları içine düştükleri durumdan kurtarıp, onları aydınlığa ve kurtuluşa
yöneltecektir. Bediüzzaman da “HADİSAT-I
AZİME” sözleriyle bu gerçeği dile getirmiş, böyle büyük olayların meydana
gelmesinin Hz. Mehdi'nin gelişinden önce oluşacak olan ortamın bir alameti
olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman “HAMİYET-İ ALİYE
FEVERAN EDECEK” sözleriyle, Hz. Mehdi'nin
çıkışından önce Müslümanların
hamiyet duygularının harekete geçeceği zorlu bir ortam olacağına dikkat
çekmektedir.
Bediüzzaman'a göre bu zorlu ortam, Müslümanların gayretini artıracak ve
böylece Müslümanlar büyük bir manevi güç elde edeceklerdir. Bu ortam günümüzde
yani ahir zamanda meydana gelmektedir. Dünyanın birçok yerinde İslam’a ve
Müslümanlara karşı oluşturulan zorlu ortamlar, Müslümanlar arasında İslami
hamiyet duygusunu artırmakta ve bu da Müslümanları çözüm yolları aramaya sevk
etmektedir. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin çıkışından önce
gerçekleşecek olan bu durumu hatırlatmaktadır. Bediüzzaman burada kullandığı “FEVERAN EDECEK (HAREKETE GEÇECEK)”
sözleriyle “GELECEK BİR ZAMANDA”
gerçekleşecek bir olaya işaret ederek “HZ.
MEHDİ'NİN İLERİDEKİ BİR TARİHTE ORTAYA ÇIKACAĞINI” ve bu görevi
üstleneceğini haber vermektedir. Eğer böyle bir durum Bediüzzaman'ın yaşadığı
dönemde oluşmuş olsaydı, kuşkusuz ki Bediüzzaman bunu o dönemin zamanını ifade
eden bir kelime ile açıklardı. Ancak Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin çıkışı o dönemde
henüz gerçekleşmemiş olduğu için bunu gelecek zaman ifade eden “feveran edecek” sözleriyle dile
getirmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle, Müslümanlarda oluşan İslam’ı koruma gayretinin
artması sonucunda, Hz. Mehdi’nin başa geçerek insanları “TARİK-I HAK VE HAKİKATE” yani “HAK
YOLA VE GERÇEĞE” yönelteceğini bildirmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin,
hamiyet duyguları artan Müslüman toplumunun lideri olacağını
söylemektedir. Dikkat edilirse
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den yine “BİR
ŞAHIS” olarak bahsetmektedir. “HZ. MEHDİ'NİN MÜSLÜMANLARIN ÖNDERLİĞİNİ
ÜSTLENECEĞİNİ” bildirmektedir.
Bir şahsı manevinin ya da topluluğun, “önderlik” veya “liderlik” yapması
söz konusu değildir. Bediüzzaman da ahir zamanda Hz. Mehdi'nin Müslümanların
lideri olacağını belirterek manevi bir kişi olmadığını “BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir.
Bazı ayat-ı kerime (ayetler) ve ehadis-i şerife (hadisler) AHİR ZAMANDA GELECEK
BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ (en büyük müceddidi) mana-yı işari ile (işari anlamda) haber
veriyorlar. Fakat O GELECEK ZATIN
VE CEMİYETİNİN
ÜÇ VAZİFESİNDEN en ehemmiyetlisi
(önemlisi) olan ve zahiren (görünüşte) en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve
hakaik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) güneş gibi göstermek vazifesini
Risale-i Nur ve şakirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı manevisi tam
yaptıklarından; O GELECEK ZATA dair HABERLERİ
VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA
BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya (Kuran
ahlakının esaslarını hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik
olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU MÜHİM
VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar). (Tılsımlar
Mecmuası, s. 168)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevi olacağından bahsetmiş ve onun
diğer müceddidlerden bu özellikleriyle ayırt edilebileceğini hatırlatmıştır:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken “AHİR
ZAMANDA GELECEK” ifadesini kullanmıştır. Eğer, Hz. Mehdi, Bediüzzaman’ın
döneminde veya daha önce gelmiş olsaydı, Bediüzzaman “gelecek” kelimesini değil, “geldi” veya “gelmiş” gibi ifadeler
kullanırdı. Ancak Bediüzzaman burada çok açık bir şekilde zaman bildirmiş ve
Hz. Mehdi'nin “İLERİKİ BİR TARİHTE
GELECEK BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmiştir. Ve bu ifadeyi eserlerinde ısrarla
ve defalarca tekrarlamıştır. Tüm bunlar Hz. Mehdi'nin gelişinin Bediüzzaman'ın
kendi döneminde ya da öncesinde gerçekleşmemiş; ancak ahir zamanda
gerçekleşmesi beklenen bir olay olduğunu ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman burada “O gelecek zatın
VE cemiyetinin” ifadesini kullanmıştır. “O GELECEK ZAT” ve “BU ZATIN
CEMİYETİ” iki ayrı kavramdır. Bediüzzaman “VE” kelimesini kullanarak bu
ikisinin ayrı şeyleri ifade ettiğini açıkça belirtmiştir. Eğer Hz. Mehdi bir
şahsı manevi olsaydı ya da bu cemiyet Mehdilik görevini üstlenmiş olsaydı,
Bediüzzaman burada “O gelecek cemiyet”
ya da “Mehdilik görevini üstlenecek cemiyet” gibi bu konuyu netleştiren açık
ifadeler kullanırdı. Ancak Bediüzzaman hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde
açıkça “O gelecek zat ve cemiyeti” sözlerini kullanmış ve Hz. Mehdi'nin,
kendisini izleyenlerden oluşan bir topluluğun başında bulunan bir şahıs
olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın vurguladığı bu gerçek birkaç soru
sorulduğunda da açıkça görülebilmektedir:
1- Bediüzzaman ahir zamanda gelecek bu
şahsın tek başına mı olduğunu belirmiştir?
Hayır, Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin
beraberinde bir cemiyetinin de olacağını açıklamıştır.
2- Bediüzzaman, bahsettiği bu cemiyetin
başında herhangi bir şahsın olacağını belirtmiş midir?
Evet, Bediüzzaman bu cemiyetin başında
Hz. Mehdi'nin bizzat bulunacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman burada bir cemiyetin varlığından bahsetmiştir. Bu cemiyet,
Bediüzzaman'ın “o gelecek zat”
sözleriyle müjdelediği Hz. Mehdi'nin yardımcılarının ve destekçilerinin
oluşturduğu bir cemiyettir. Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde
Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda Hz. Mehdi'nin bir cemaati
olacağını ve cemaatin Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerde onun yardımcıları
olacağını belirtmiştir. Ancak Hz. Mehdi'nin bu hareketin önderi ve lideri
olarak, bizzat bu topluluğun başında bulunacağını da ifade etmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'ye tabi olan ve onun tebliğini izleyen bu kitle ve hareketi
“Hz. Mehdi'nin şahsı manevisi” olarak adlandırmıştır. Ancak Bediüzzaman'ın da
ifade ettiği gibi şu çok açık bir gerçektir ki, başında bulunan bir şahıs, bir
liderleri olmadan bir şahsı maneviden bahsetmek mümkün değildir. Hz. Mehdi de
bu cemiyetinin başında, onlara önderlik etmek üzere bizzat yer alacaktır.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına göre “HZ. MEHDİ KENDİSİNİ İZLEYEN BİR CEMAATİ OLAN VE ONLARA LİDERLİK EDEN
TEK BİR ŞAHISTIR”.
HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR’UN
ŞAHS-I MANEVİSİNE sözüyle Bediüzzaman yaygın olarak
yapılan bir yorum hatasına işaret etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'ye dair
haber ve işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını
ancak bu yakıştırmanın Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini
belirtmiştir. Bediüzzaman bu yakıştırmayı yapan kimselerin Hz.Mehdi'nin iki
büyük ve önemli vazifesini gözardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate vardıklarını ifade etmektedir. İslam
birliğinin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm Müslümanların liderliğini
üstlenmesi, Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve Kuran ahlakının tüm yeryüzüne
hakim olması şu ana kadar henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak
üzere, Peygamberimiz (sav)'den sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri
bu büyük görevleri yerine getirmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu
gerçeği dile getirerek Risale-i Nur’un şahsı manevisini Mehdilikle
vasıflandıranların yanıldıklarını ifade etmektedir.
Bediüzzaman, risalelerin yazarı olması nedeniyle, bazı çevreler tarafından
kendisinin de Hz. Mehdi olarak nitelendirildiğini belirtmiştir. Ancak yukarıda
da açıklandığı gibi Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği iki büyük
görev dikkate alınmadığı için böyle yanlış bir yorumda bulunulduğunu ifade
etmiştir. Dolayısıyla Mehdilik konusundaki bu düşüncenin asılsızlığını bir kez
daha belirtmiştir.
Bediüzzaman bu düşüncenin yanlışlığını kullandığı “HATTA” kelimesiyle bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman “hatta” kelimesini burada, “bundan daha da garip ve daha da acaip olanı”
anlamında kullanmıştır. Risale-i Nur’un Mehdi olduğunun zannedildiğini, bundan
daha da garip olarak kendisine yönelik de böyle bir iddiada bulunulduğunu
belirtmiştir. Bediüzzaman bu ifadesiyle, öne sürülen bu Mehdilik iddiasının
yanlışlığını bir kez daha vurgulamaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde ayrıca kendisine Mehdilik iddiasında bulunulmasının
“sürekli olarak devam eden bir iddia
olmadığını” kullandığı “BAZEN”
kelimesiyle ifade etmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden bahsettiği kimi
sözlerinde Hz. Mehdi’nin ayırt edici bir özelliği olarak “ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMETMESİ”ne dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi'nin bu
özelliği son derece önemlidir. Hz. Mehdi görevlerini sadece belirli bir bölgede
yerine getirmeyecek, onun etki alanı çok geniş bir dairede, yani dünya çapında
olacaktır. Bediüzzaman, “dar daire” olarak ifade ettiği “küçük çaplı”
uygulamaların Müslümanları yanıltmaması gerektiğini belirtmektedir. Hz.
Mehdi’nin ikinci ve üçüncü görevlerini geniş dairede gerçekleştireceğini hatırlatarak,
Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yanlışlığını
delilleriyle birlikte açıklamaktadır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin yerine getireceğini belirttiği görevler
konusunda “ÇOK GENİŞ ÇAPLI BİR HÜKMETME”
yani “DÜNYA ÇAPINDA” bir sonuç
ise bugüne kadar gerçekleşmiş değildir. Bu da Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemde
ortaya çıkmış bir şahıs ya da şahsı manevi olmadığını açıkça ortaya
koymaktadır. Söz konusu üç görevin dünya çapında yerine getirilmesi, Allah’ın
izniyle Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden olacak ve onu tüm insanlara
tanıtacaktır.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin dünya çapında gerçekleşecek olan ikinci (İslam
Birliği’ni kurmak) ve üçüncü (Kuran ahlakını tüm dünyaya yaymak )
görevlerinin, onun ayırt edici ve
tanıtıcı özellikleri olduğunu hatırlatmıştır. Çünkü bu görevleri dünya çapında
yapacak olan tek şahıs Hz. Mehdi’dir. Dolayısıyla eğer bu görevler bu
özellikleriyle birlikte gerçekleşmemişse, bu durumda Mehdilik konusunda
herhangi bir iddiada bulunabilmek de söz konusu değildir.
Çünkü böyle bir iddia Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle, İslam
alimlerinin ve Bediüzzaman'ın bu doğrultuda yaptıkları açıklamaların tümüyle
çelişecektir.
Bediüzzaman da bu sözleriyle, Hz. Mehdi konusunda bir iddiada bulunabilmek
için dünya çapında gerçekleşmesi gereken bu iki büyük görevin yerine getirilip
getirilmediğinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bediüzzaman bu
delillerin oluşmadığı bir durumda yapılacak bir Mehdiyet benzetmesinin hatalı
bir çıkarım olacağını belirtmektedir. Bediüzzaman kulllandığı “NAZARA ALMAMIŞLAR” ifadesiyle,
kendisini veya Risale-i Nur’u Hz. Mehdi zannedenlerin bu önemli hususu gözden
kaçırdıklarını ve bu sebeple de yanıldıklarını ifade etmiştir.
“RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ (cemaatini) HAKLI
OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (şahsi bir görüş olarak kabul
ediyorlar).
O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR. Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma) BİR SEHİVDİR (hatadır yanılmadır)... (Tılsımlar Mecmuası, s. 201)
O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR. Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma) BİR SEHİVDİR (hatadır yanılmadır)... (Tılsımlar Mecmuası, s. 201)
Bediüzzaman Risale-i Nur’un ve bu eserin yazarı olarak kendisinin Hz.
Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü ancak bunun bir hata ve karıştırma olduğunu
belirtmiştir:
Bediüzzaman burada “HAKLI OLARAK”
deyimini, Risale-i Nur cemaati’nin Mehdi kabul edilmesini haklı bulduğunu
vurgulamak için değil, böyle bir kabulün kolayca düşülebilecek ve mazur
görülmesi gereken bir hata olduğunu vurgulamak için kullanmıştır. Konunun geliş
ve gidişinden, bu mana kolayca anlaşılmaktadır. Nitekim Bediüzzaman önceki
satırlarda açıklanan sözlerinde de bu yanılgının Hz. Mehdi'nin dünya çapında yerine
getireceği iki büyük görevinin gözardı edilmesinden kaynaklandığını belirterek
bunun “HAKLI BİR GÖRÜŞ OLMADIĞINI”
açıklamıştır.
Bediüzzaman, Risaleleri kaleme alan kişi olarak, Risale-i Nurlar gibi
kendisinin de Hz. Mehdi olarak değerlendirildiğini, ancak bunun “BİR ZAN” olduğunu ifade etmiştir. “Zannetme”
kelimesi gerçeklik değil, bir
yanılgı ve aldanışın söz konusu olduğunu ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman,
talebelerinin sadece Hz. Mehdi'nin önemli bir vazifesi olan iman hakikatlerini
anlatma konusu yönünde bir değerlendirme yaptıklarını, ancak Hz. Mehdi'nin
diğer iki vazifesi olan “İslam birliğinin sağlanması, tüm İslam dünyasının
lideri olması ve İslam ahlakının dünyaya hakim kılınması”nın kendisinde
görünmediği hususunu dikkate almadıklarını söylemiştir. Bundan dolayı da
Risale-i Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca bir “zan”dan ibaret olduğunu belirtmiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman “zannediyorlar”
diyerek burada bir kez daha kendisini bu
düşüncedeki insanlara dahil etmediğini, kendisinin onlarla aynı fikri
paylaşmadığını ifade etmektedir.
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul
edilmesinin bir “İLTİBAS” olduğunu
ifade etmiştir. “İltibas”
kelimesinin anlamı “BİRBİRİNE BENZEYEN
ŞEYLERİ ŞAŞIRIP BİRBİRİNE KARIŞTIRMAK”tır. (Yeni Lugat, sf. 267) Dolayısıyla burada, birbirine karıştırılan
ancak aslında birbirinden farklı olan iki kavram vardır. Bediüzzaman Risale-i
Nur ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceğinin “zannedildiğini”; ancak gerçekte bu “bir şaşırma ve bir karıştırma” olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman bu karışıklığın, Risale-i Nur’un, Hz. Mehdi’nin üç temel
görevinden biri olan “imanı kurtarmak” vazifesini üstlenmiş olmasından
kaynaklandığını açıklamıştır. Bediüzzaman'ın açıkladığı gibi, tarih boyunca gönderilmiş olan tüm müceddidler Hz.
Mehdi'nin görevlerinden bir tanesi yapmışlardır. Ancak Bediüzzaman
da dahil olmak üzere “üç görev, hiçbir müceddid tarafından aynı
anda yerine getirilmemiştir”. Dolayısıyla tarihte Mehdilik konusunda bunun
gibi benzetmeler pekçok kişiye yapılmıştır.
Ancak Bediüzzaman, “Hz. Mehdi'nin, hepsini
birarada ve dünya çapında gerçekleştireceği görevlerini” anlatarak, bu
Mehdilik iddialarının hiçbirinin doğru olmadığını ve Hz. Mehdi'nin ileride
gelecek bir şahıs olduğunu açıklamıştır.
Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman'a yapılan bu benzetmede de aynı durum söz
konusudur. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ile ilgili Peygamberimiz (sav)'in
hadislerindeki ve İslam alimlerinin açıklamalarındaki izahlar ve özelliklerine
dair verilen bilgiler dikkate alınmadığı için “bir şaşırma ve karıştırma” yapıldığını belirtmektedir.
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul
edilmesinin aynı zamanda bir “SEHİV”
olduğunu söylemiştir. “SEHİV”in
kelime anlamı “HATA, YANLIŞ, YANILMA”dır.
(Yeni Lugat, sf. 617) Bediüzzaman,
kendisine ve Risale-i Nur’a Hz. Mehdi isminin verilmesinin bir “karıştırma” olacağını belirtmekle yetinmemekte, cümlesinin devamında bunun bir “sehiv” yani “hata”olacağını
da ayrıca vurgulamaktadır. Bu son derece açık bir ifadedir. Eğer Bediüzzaman
kendisine ve Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik iddialarında
herhangi bir doğruluk payı görseydi, kuşkusuz ki bunu bir “hata” olarak nitelendirmezdi. Açıkça bu iddiaların yerinde
olduğunu ifade eden sözler kullanırdı. Bunun hata olduğunu belirtmiş olması,
Bediüzzaman'ın bu konudaki kanaatini çok açık ve hiçbir itiraza yer
bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Bediüzzaman Risale-i Nur’un ya da
kendisinin Hz. Mehdi olabileceği görüşünü kabul etmemektedir.
Hattâ, "HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR, HZ. MEHDİ’YE NAMAZDA İKTİDA EDER
(uyar), TABİ OLUR." diye
rivayeti BU İTTİFAKA (birleşmeye) VE HAKİKAT-I KUR’ANİYE’NİN METBUİYETİNE VE
HAKİMİYETİNE (Kuran hakikatlerine uyulmasına ve tabi olunmasına)
İŞARet eder. (Şualar,
s. 493)
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde Hz. İsa'nın, Hz. Mehdi'nin
arkasında namaz kılacağını bildirmiştir:
İmamları salih bir insan olan Mehdi
olduğu halde, Beytü’l Makdis’e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını
kıldırmak için öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa
sabah vaktinde inmiştir. Mehdi, Hz. İsa'yı öne geçirmek için arkaya çekilir.
Hz. İsa onun omuzlarına elini koyar ve ona der ki, "Geç öne namazı kıldır.
Zira kamet (farz namazı kılmak için okunan ezan; namaza başlama işareti) senin
için getirilmiştir."... (Ebu Rafi'den rivayet edilmiştir; İmam Şarani, Ölüm,
Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in bu hadisine dikkat çekmekte, bu olayın
Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışlarının önemli alametlerinden biri olduğunu
hatırlatmaktadır. Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. İsa ve Hz. Mehdi döneminde
Allah'ın izniyle, İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olacağını ifade etmektedir.
Bu hakimiyete, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ittifakıyla yürütülecek büyük fikri
mücadelenin vesile olacağını belirtmektedir.
Bediüzzaman bu sözünde Peygamberimiz (sav)'in sahih hadisleri
doğrultusunda “HZ. İSA’NIN, HZ. MEHDİ
İLE BİRLİKTE NAMAZ KILACAĞINI” belirtmiştir. Namaz, Rabbimiz'in insanlar
için farz kıldığı bir ibadettir. Şahsı manevilerin birlikte namaz kılması,
namazda imamlık yapmaları mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeğin kuşkusuz
ki çok iyi bilincindedir ve bu sözleriyle, Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi'nin “BİRER ŞAHIS” olarak ortaya
çıkacaklarını haber vermektedir. Hz. İsa, yeryüzüne önceki gelişinde namaz
ibadetini yerine getirdiği gibi ikinci kez gelişinde de Allah’ın izniyle bu
ibadetine devam edecektir. Kuran’da bu konu şöyle bildirilmektedir:
(İsa)
Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni
peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve HAYAT SÜRDÜĞÜM
MÜDDETÇE, BANA NAMAZI VE ZEKATI VASİYET (EMR) ETTİ.” (Meryem Suresi, 30-31)
Ahir zamanda Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin mübarek şahısları ortaya çıkacak,
Hz. İsa, Hz. Mehdi'nin imamlığında namaz kılacak, bu iki mübarek zatın
yapacakları büyük fikri mücadele neticesinde İslam ahlakı yeryüzüne hakim
olacaktır. Bediüzzaman pek çok sahih hadiste yer alan bu konuyu hatırlatarak,
Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin geldiklerinde karşılıklı diyalog içerisinde
olacaklarını bildirmektedir. Bunun için her iki kutlu şahsın da aynı dönemde
ortaya çıkmaları ve biraraya gelmeleri gerekmektedir. Ancak Bediüzzaman
hayattayken böyle bir olay gerçekleşmiş değildir. Hz. İsa’nın gelişi ve Hz.
Mehdi'yle birlikte namaz kılmaları tüm dünya Müslümanları tarafından
beklenmektedir.
Bediüzzaman, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim
olması için ittifak edeceklerini bildirmiştir. İki dinin birleşmesinin
İslamiyet üzerine olacağını hadislerle açıklayan Bediüzzaman, Kuran’ın tabi
olunan kitap olacağını, onun hükümlerinin geçerli ve hakim olacağını
bildirmiştir. Bu ittifak ve bu büyük gelişmeler henüz gerçekleşmemiştir ve bu tarihi
olay da tüm dünya Müslümanları tarafından büyük bir heyecanla beklenmektedir.
Bediüzzaman, kendisi hayatta iken gerçekleşmemiş olan bu olayların, Hz.
Mehdi'nin önemli özelliklerinden olduğunu belirterek, Hz. Mehdi'nin kendisinden
sonraki bir zamanda geleceğini ifade etmiştir.
“O kadar kuvvetlidir ve devam eder; YALNIZ
HAZRET-İ İSA (A.S.) ONU YOK EDEBİLİR, BAŞKA ÇARE OLAMAZ rivayet edilmiş.
Yani,
ONUN MESLEĞİNİ VE YIRTICI REJİMİNİ BOZACAK, YOK EDECEK; ancak SEMAVÎ VE ULVÎ, HALİS (vahye dayalı ve
yüce, katıksız) BİR DİN İSEVÎLERDE ZUHUR
EDECEK (ortaya çıkacak) VE HAKİKAT-İ
KUR’ANİYEYE (Kuran’ın hakikatlerine)
İKTİDA (tabi olan) VE İTTİHAD EDEN (İslamiyet
ile birleşen) BU İSEVİ DİNİDİR Kİ, HAZRET-İ
İSA (AS)'IN NÜZULÜ İLE (yeryüzüne inişiyle) O DİNSİZ MESLEK MAHVOLUR, YOK OLUR... (Şualar, s. 581)
Bediüzzaman bu sözünde Deccal'in fitnesini ancak Hz. İsa'nın etkisiz hale
getirebileceğine işaret eden bir hadise dikkat çekmiştir. Deccal'in inkara
dayalı düzenini, saldırgan rejimini ortadan kaldıracak, “dinsizliği insanlar
arasında yaymak ve mukaddesatı bozmak” olarak tarif edilen mesleğini bozacak
olan kimselerin, Hz. İsa ve ona tabi olan samimi İseviler olduğunu
belirtmiştir. Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle Mesih Deccal'in dinsiz
mesleği yok olup etkisiz hale gelecektir:
Bediüzzaman bu sözleriyle, Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda
Deccal'i fikren etkisiz hale getirip, onun fitnesini dünya üzerinden
kaldırabilecek kişinin yalnızca Hz. İsa olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman
burada kullandığı “ONU” kelimesiyle,
Deccal'in “BİR ŞAHIS” olduğunu dile
getirmiştir. Bediüzzaman'a göre, bu şahsın inkara dayalı çabasını durduracak
olan kişi ise yine “BİR ŞAHIS OLAN HZ.
İSA”dır. Bediüzzaman'ın bu sözleri son derece açıktır. Bediüzzaman,
Deccal'i etkisiz hale getirebilecek tek şahsın Hz. İsa olduğunu açıkça
belirtmiş ve tüm inananları bu değerli zatın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle
müjdelemiştir.
Bediüzzaman, Mesih Deccal'in fitnesinin tüm yeryüzünde büyük bir
bozgunculuğa neden olacağına dikkat çekmektedir. Bu fitnenin tam anlamıyla
ortadan kaldırılmasının ise Hz. İsa vesilesiyle olacağını bildirmektedir.
Bediüzzaman, Mesih Deccal'in mesleğinin dinsizliği tüm yeryüzüne yaymak ve
dinsizlikten dayanak bulan felaketler oluşturmak olduğunu belirtmektedir. Yeniden
yeryüzüne döndüğünde Hz. İsa’nın, Deccal'in neden olduğu felaket ve kötülükleri
engelleyeceğini, onun mesleğini etkisiz hale getireceğini ve İslam ahlakını tüm
dünyaya hakim kılacağını müjdelemektedir.
Hz. İsa Allah'ın mübarek bir elçisidir. Tüm peygamberler gibi, o da
insanları bir ve tek olarak Allah'a iman etmeye, Allah'ın emrettiği din
ahlakını yaşamaya davet etmiştir. Ancak
Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesinin ardından, Hıristiyanlık inancında
dejenerasyon oluşmuş, Hıristiyanlar Hz. İsa'nın kendilerine tebliğ ettiği hak
dinden uzaklaşmışlardır. Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne geldiğinde,
Hıristiyanlığı tahrif olmuş yönlerinden arındıracak, yeniden hak haline
döndürecektir. Bediüzzaman da “HALİS BİR
DİN İSEVİLERDE ORTAYA ÇIKACAK” sözleriyle bu gerçeğe dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman Hıristiyanlığın Kuran’a tabi olarak İslamiyet ile birleşeceğini
bildirmiş ve tüm bu gelişmelerin Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişinin
alametlerinden olacağını hatırlatmıştır. Bediüzzaman'ın müjdelediği bu gelişmeler
henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da yaşadığı dönemde bu konuya dikkat
çekerek, hem Hz. İsa'nın ileri bir tarihteki gelişini müjdelemiş, hem de Hz.
İsa ile aynı dönemde yaşayacak olan Hz. Mehdi'nin çıkışının da kendisinin
döneminde henüz gerçekleşmemiş olduğunu vurgulamıştır.
Bediüzzaman, Kuran ayetlerinde yer alan işaretlere ve hadislerde verilen
bilgilere dayanarak, Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden geleceğini söylemektedir.
Bediüzzaman burada kullandığı “NÜZUL”
kelimesiyle, Hz. İsa'nın “bir mana, bir ruh ya da temsili bir şahıs” değil,
Allah’ın bir mucizesi olarak insani bedeniyle ikinci kez yeryüzüne gelecek “BİR ŞAHIS” olduğunu açıklamaktadır.
Bediüzzaman, Deccal'in inkara dayalı çabalarının da, Hz. İsa'nın “NÜZULÜ” yani “BİR ŞAHIS OLARAK YERYÜZÜNE GELİŞİ”nin ardından son bulacağını
ifade etmektedir.
“BÜYÜK MEHDİ”NİN DÖRT EHEMMİYETLİ
VAZİFESİNİN VE DAHA EVVEL GELİP GEÇEN KÜÇÜK MEHDİLER “BÜYÜK MEHDİ”NİN BİR KISIM
VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE (bir açıdan) İCRA ETTİKLERİNİ (yerine
getirdiklerini) ve ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in yolunu,
Kuran ahlakını) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ
(Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) İHYA
İLE (yeniden canlandırma ile), İLAN
VE İCRA İLE (herkese duyurarak ve uygulayarak) BAŞKUMANDANLARI OLAN “BÜYÜK MEHDİ”NİN KEMAL-İ ADALETİNİ (yüce
adaletini) VE HAKKANİYETİNİ (haktan
ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu)
DÜNYAYA GÖSTERMELERİ gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve
hayat-i içtimaiye-i insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların)
muktezasıdır (gereğidir). (Şualar, s.
456)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin İslam ahlakını yeniden yaşanır hale
getireceğini, Peygamberimiz (sav)'in sünnetiyle hareket edeceğini, üstün bir
adalet anlayışı olacağını anlatmaktadır:
Bediüzzaman yukarıda yer alan sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi olduğunu
belirtmiştir. Bunlardan birini “küçük
Mehdiler” olarak adlandırmış, diğerinin ise ahir zamanda gelecek olan “BÜYÜK MEHDİ” olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman “BÜYÜK MEHDİ”nin çok
açıkça görülen ve taklit edilmesi mümkün olmayan bazı alametleri olduğunu
belirtmiştir. Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılması ve
İslam ahlakının tüm dünyada hakim olması, tüm Müslümanlar arasında İslam
birliğinin oluşturulması, Hıristiyanlarla Müslümanların ittifakının sağlanması,
Hz. Mehdi'nin reddedilmesi mümkün olmayan alametleridir. Bediüzzaman, “küçük
Mehdi” olarak bahsettiği, önceki asırlarda gelen Müslüman şahısların Hz.
Mehdi'nin yapacağı hizmetlerden bazılarını bir açıdan yerine getirdiklerini,
ancak hiçbirinin bu görevlerin hepsini birarada yerine getiremediklerini ifade
etmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle, ahir zamanda gelmesi beklenen “Büyük
Mehdi”nin, geçmişte gönderilen Müslüman şahıslarla karıştırılmaması
gerektiğini; “Büyük Mehdi”nin ancak
sayılan tüm görevlerini birarada gerçekleştirmesiyle tanınacağını”
hatırlatmıştır. Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılarak İslam
ahlakının tüm dünyaya hakim kılınması, İslam birliğinin oluşturulması,
Hıristiyan ve Müslüman ittifakının sağlanması ne Bediüzzaman'ın yaşadığı
dönemde ne de ondan önceki devirlerde gerçekleştirilmemiş olaylardır.
Bediüzzaman da bu gerçeğe dikkat çekerek Hz. Mehdi'nin kendisinden ilerideki
bir tarihte geleceğini ve bu mübarek insanın, geçmişte İslam’a hizmet eden
diğer Müslüman şahıslardan bu alametleriyle ayırt edilebileceğini belirtmiştir.
Bunun yanında Bediüzzaman bu açıklamalarıyla “Hz. Mehdi'nin BİR ŞAHIS olduğunu” da bir kez daha vurgulamıştır. Ahir
zamanın “Büyük Mehdi”sinden önce gelen tüm İslam büyükleri, müceddidler ve
Bediüzzaman'ın “küçük Mehdi” olarak adlandırdığı kimseler hep birer şahıs
olmuşlardır. Bediüzzaman, Allah’ın bu adetullahının ahir zamanda da
değişmeyeceğine ve “BÜYÜK MEHDİ”nin
de yine “BİR ŞAHIS” olacağına dikkat
çekmektedir.
Bediüzzaman “ŞERİAT-I
MUHAMMEDİYE’Yİ VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.)”
sözleriyle, pek çok hadiste de bildirildiği gibi, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda
Peygamber Efendimiz (sav)'in sünneti ile amel edeceğini ve dini, bidatlardan
arındıracağını ve İslam dinini özüne döndüreceğini belirtmektedir.
Peygamberimiz (sav)'in bu konuyu bildiren hadislerinden bazıları şöyledir:
Hz.
Mehdi hiçbir bidatı bırakmayacak. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil
Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)
Mehdi
kaldırmadık bidat bırakmayacaktır. Ahir zamanda aynı Peygamber (sav) gibi dinin
icablarını yerine getirecektir. (Kıyamet Alametleri, s. 163)
Hz. Mehdi İslam dinini, Asr-ı Saadet olarak adlandırılan Peygamberimiz
(sav)'in döneminde yaşanan ve Kuran’da bildirilen şekline döndürecektir. Bu
görev İslam tarihinde diğer İslam alimlerine nasip olmamış, bugüne kadar böyle
bir durum gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da bu açıklamasıyla, İslam dinini
aslına döndürme görevinin ancak Hz. Mehdi’ye nasip olacağını ve bunun Hz.
Mehdi'nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerden olduğunu
hatırlatmaktadır.
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi’nin izleyeceği yolu anlatmakta,
insanları hak dine davet ederken kullanacağı yöntemleri açıklamaktadır:
Bediüzzaman’ın burada kullandığı “İHYA”
kelimesinin anlamı, “YENİDEN
CANLANDIRMA”dır. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi ahir zamanda
Kuran’dan uzaklaşmış olan insanların yeniden Kuran ahlakına göre yaşamalarına
vesile olacaktır.
“İLAN” kelimesinin anlamı ise, “HERKESE
DUYURMA”dır. Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, Kuran’ın
hakikatlerini ve Kuran ahlakını herkesin görebileceği, ulaşabileceği şekilde
duyuracaktır. Kitle iletişim araçlarını ve teknolojiyi çok iyi kullanacağı anlaşılan
Hz. Mehdi, İslam gerçeklerini çok çeşitli ve hikmetli yöntemler kullanarak tüm
dünyaya açıkça gösterecek ve ilan edecektir.
“İCRA” kelimesinin anlamı da, “UYGULAMA”dır.
Bediüzzaman bu sözleriyle de Hz. Mehdi'nin, Kuran ahlakını tüm dünyada hakim edeceğini
ve tüm toplumlarda yaşanır hale getireceğini belirtmektedir.
Bediüzzaman'ın burada Hz. Mehdi'nin faaliyetleri hakkında üzerinde durduğu
büyük çaplı hizmetler, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek olaylardır.
Bediüzzaman bunların hiçbirinin kendisi hayatta iken gerçekleşmemiş olduğuna
dikkat çekmekte, ancak bu alemetlerin gerçekleşmesine vesile olan kişinin Hz.
Mehdi olabileceğini belirtmektedir.
Bediüzzaman, dikkat çektiği bu önemli konuyla birlikte Hz. Mehdi'nin bir
şahsı manevi olmadığını da vurgulamaktadır. Bediüzzaman, İslam dininin
esaslarını, Peygamberimiz (sav)'in sünnetini “İHYA, İLAN VE İCRA EDECEK BİR ŞAHSIN” varlığından söz etmektedir.
Tüm bu icraatler “iman, akıl ve vicdan
sahibi kutlu BİR ZATIN yerine getirebileceği” görevlerdir. Dolayısıyla
Bediüzzaman bu açıklamalarıyla “HZ.
MEHDİ'NİN BİR ŞAHSI MANEVİ OLAMAYACAĞI” konusunda da kesin bir delil daha
ortaya koymaktadır.
Peygamber Efendimiz (sav)'den rivayet edilen birçok hadiste Hz. Mehdi
döneminde yeryüzünün adaletle dolacağı haber verilmektedir:
Kıyametin kopması için zamanda sadece
bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah, benim Ehli Beytimden (soyumdan)
bir zatı gönderecek, yeryüzü zulümle dolduğu gibi, o yeryüzünü adaletle dolduracak. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Mehdi bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi onu doğruluk ve adaletle doldurur. (Sünen-i Ebu Davud, 5/93)
Bu (Emir) de (Hz. Mehdi) insanlar
yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)
Hadislerde belirtilen, bu adalet ve huzur ortamı çok geniş çapta ve çok
benzersiz olacaktır. Bediüzzaman da “KEMAL-İ
ADALETİ” ve “HAKKANİYETİ”
sözleriyle, Hz. Mehdi’nin adaletinin en mükemmel şekilde olacağını
bildirmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu vasıflarını dile getirerek
öncelikle onun bir şahsı manevi olmadığını, “ADALET YAPABİLECEK, HAK VE DOĞRU YOLU İZLEYEBİLECEK BİR ŞAHIS”
olduğunu ifade etmektedir. Bir şahsı manevinin “adaletli olması ya da hak
yoldan ayrılmama vasfını taşıması” söz konusu değildir. Bediüzzaman da Hz.
Mehdi'nin ahlakındaki bu “MÜMİN
VASIFLARI”na dikkat çekerek, bu konuya açıklık kazandırmış ve onun mübarek “BİR İNSAN” olduğunu hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu sözlerinin başında ise “Büyük Mehdi”nin “BAŞKUMANDANLIK” sıfatına dikkat
çekmiştir. Bu, ancak “BİR İNSAN”ın
sahip olabileceği bir özellik ve bir insanın üstlenebileceği bir görevdir. Çok
açıktır ki Bediüzzaman burada bir şahsı manevinin müminlerin başkumandanı
olacağından bahsetmemekte; “BU GÖREVİ
YERİNE GETİREBİLECEK ÖZELLİKLERE SAHİP BİR ŞAHSI” ifade etmektedir.
Bediüzzaman “Başkumandanları olan
“Büyük Mehdi”nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini DÜNYAYA GÖSTERMELERİ”
sözleriyle burada ayrıca Hz. Mehdi'nin yüce adaletinin, haktan ve doğruluktan
ayrılmayışının mükemmelliğine “BÜTÜN
DÜNYANIN ŞAHİT OLACAĞINI” ifade etmektedir. Tüm insanlar, bu mübarek zatı
görüp tanıyacaklar, Allah’ın adil sıfatının yeryüzündeki tecellilerini Hz.
Mehdi’de göreceklerdir. Hz. Mehdi'nin büyük fikri mücadelesi neticesinde, belki
de tüm dünyada ilk kez zulüm ve kargaşa tamamen bitecek, dünya çapında barış,
huzur ve adalet olacaktır. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin geçmiş
dönemlerde gelmediğini, geldiğinde ise Allah’ın bu gelişmelerle onu insanlara
tanıtacağını bildirmektedir.
Ayrıca hem iki Deccal’in sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde,
mutlak gelen RİVAYETLERDE İLTİBAS OLUYOR (karıştırılıyor), BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR. HEM
“BÜYÜK MEHDİ”NİN HALLERİ SABIK MEHDİLERE (önceki Mehdilere) İŞARET EDEN RİVAYETLERE MUTABIK (uygun) ÇIKMIYOR, hadis-i müteşabih (birçok anlama gelebilecek
hadis) hükmüne geçer. (Şualar, s. 582)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanla ilgili hadislerinde bahsi
geçen Deccallerin özelliklerinin ve faaliyetlerinin birbirine benzediğini; bu
sebeple birinin diğeri zannedilebildiğini söylemektedir. Ancak bu hadislerde
“Büyük Mehdi”ye dair bildirilen özelliklerin, “sabık Mehdiler” olarak
bahsettiği, önceki dönemlerde gelmiş olan müceddidlerden çok farklı olduğunu
belirtmiştir:
Bediüzzaman “İLTİBAS OLUYOR (KARIŞTIRILIYOR)
BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR” sözleriyle, hadislerde bahsi geçen Deccallerin
karıştırılabildiğini hatırlatmıştır. Bediüzzaman ahir zamanda gelecek “Büyük Mehdi” ile “sabık Mehdiler”
arasında ise böyle bir karıştırmanın söz konusu olamayacağını belirtmiştir.
Bunun sebebinin de “Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde sabık Mehdiler ile ilgili olarak verilen bilgilerin Büyük
Mehdi'nin özellikleri ile uyuşmaması” olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle “BÜYÜK
MEHDİ”nin “geçmiş zamanlarda
gelmemiş olduğunu”, bu mübarek şahsın,
“Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği tüm özelliklere birden sahip olmasıyla
tanınacağını” dile getirmiştir. Zira bir kişinin Mehdi olabilmesi için
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen özelliklerin tamamını birden
üzerinde göstermesi gerekmektedir. Yoksa bazı alametlerin var zannedilmesiyle,
o kişinin Mehdi olduğunun düşünülmesi doğru değildir. Hz. Mehdi, Allah'ın
izniyle ortaya çıktığı zaman, Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği tüm bu
alametleri üzerinde taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği gibi
“seyyid”, yani Peygamberimiz (sav)'in soyundan olacak, İslam ahlakını tüm
dünyaya hakim kılacak, yeryüzüne benzersiz bir adalet, huzur, bolluk ve bereket
getirecektir. Bediüzzaman da buradaki sözleriyle bu alametlerin farklılığına
dikkat çekmiş, bu özelliklerle uyuşmayan şahısların Hz. Mehdi olamayacağını
hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu konuyu anlatığı sözlerinde bir başka konuyu daha
vurgulamış, hadislerde bildirilen Deccallerin, sabık Mehdilerin ve Hz.
Mehdi'nin “manevi kişilikler” değil, “BİRER
ŞAHIS” olduklarını belirten açıklamalar da yapmıştır. Zira “BİRİ” ve “ÖTEKİ” sözleri burada “KİŞİ”
ifade eden zamirler olarak kullanılmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle hem “SABIK MEHDİLERİN” hem de “BÜYÜK MEHDİ”nin “BİRER ŞAHIS” olduklarını ifade etmektedir.
Bediüzzaman eserlerinde sabık Mehdilerin, ahir zaman Mehdisi’nin üç büyük
görevini yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi olamayacaklarını anlatmıştır.
Bunun bir diğer sebebinin ise yukarıda da açıklandığı gibi, Büyük Mehdi'nin
özelliklerinin Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde sabık Mehdilere dair
bildirdiği özelliklere uymaması olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu
açıklamalarıyla Hz. Mehdi'nin, ortaya çıktığında bu özelliklere sahip olmasıyla
tanınıp teşhis edilebileceğini hatırlatmıştır. Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde bildirdiği, Hz. Mehdi'nin ahlakına, fiziksel özelliklerine,
soyuna, mücadelesine, yerine getireceği faaliyetlere ait alametler görülmediği
takdirde ise, bir kişinin Hz. Mehdi olabileceğinden bahsedilemeyeceğini
belirtmiştir. Dolayısıyla da verdiği bu bilgilerle, hadislerde bildirilen
müjdelerin henüz gerçekleşmediğine ve Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde gelmiş
bir şahıs olmadığına dikkat çekmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin manevi bir varlık
olmadığını, “BİR ŞAHIS” olarak
müminlerin başında bulunup, onlara önderlik edeceğini de açıklamıştır. Şöyle
ki:
1- Bediüzzaman, daha önce gelen Mehdilerin birer şahıs olduklarını anlatıp
ardından da Büyük Mehdi ile aralarındaki farkı açıklamıştır. Demek ki Büyük
Mehdi de “BİR ŞAHIS”tır.
2- Önceki Mehdiler belirtilen görevleri yerine getirememişlerdir. Ama bu
görevleri Büyük Mehdi yerine getirecektir. Bu görevlerin yapılabilmesi ise, bir
şahsın var olmasını gerektirmektedir. Demek ki Büyük Mehdi de “BİR ŞAHIS” olacaktır.
3- Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde tarif ettiği sabık
Mehdi'lere dair özelliklere uymamaktadır. Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde müjdelediği ahir zaman Mehdisi’nin özelliklerini taşıyacaktır. Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığı fiziksel
özellikleriyle, ahlakıyla tarif edilen bir şahıs olduğu yüzyıllardır tüm İslam
alimleri tarafından bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman da burada Büyük
Mehdi'nin, hadislerde anlatılan sabık Mehdilerden bu farkına dikkat çekerek,
yine “BİR ŞAHIS”tan bahsettiğini
ifade etmiştir.
Bu açıklamalarda bahsi geçen “sabık Mehdilerin” birer şahıs oldukları
kabullenilirken, Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine bir şahıs olacağını
belirttiği “Büyük Mehdi”nin “bir şahsı manevi” olacağı düşüncesini öne sürmek
elbette ki çelişkilidir. Böyle bir durumda, rivayetlerde belirtilen ahir zaman
Mehdisi’nden önce gelen tüm Mehdilerin de birer şahsı manevi olması gerekirdi
ki, böyle bir durum olmamıştır. Dolayısıyla da böyle bir yaklaşım son derece
yanlış ve mantıksızdır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz
(sav)'in rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük
Mehdi, ahir zamanda “BİR ŞAHIS”
olarak ortaya çıkacak ve Allah’ın izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi
birden bizzat yerine getirecektir.
BÜYÜK MEHDİ'NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR VE SİYASET
ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE
İCRAATLARI (işleri) OLDUĞU GİBİ...
(Şualar, s. 590)
Bediüzzaman, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin;
- Siyaset,
- Diyanet,
- Saltanat
alanlarında büyük görevleri olacağını bildirmekte, ancak bu görevlerin
hepsini birden tam olarak yerine getiren kişinin Hz. Mehdi olabileceğini ifade
etmektedir:
Bediüzzaman “Büyük Mehdi”nin, sabık Mehdiler olarak adlandırdığı
kişilerden en önemli farklarından birinin, onun yerine getireceği “büyük
görevler” olduğunu bildirmiştir. Bediüzzaman “ÇOK VAZİFELERİ VAR” diyerek, yerine getireceği bu görevlerin Hz. Mehdi'yi
insanlara tanıtacak önemli bir alamet olduğunu vurgulamaktadır. Bediüzzaman, bu
görevlerin tamamı birden yerine getirilmediği takdirde ise, bir kimsenin Hz.
Mehdi olmasının söz konusu olamayacağını hatırlatmaktadır.
Bediüzzaman bu sözlerinde “ÇOK VAZİFELERİ
VAR” dediği Hz. Mehdi'nin bu görevlerinin neler olduğunu açıklamaktadır.
Hz. Mehdi’nin, “SİYASET MEHDİSİ,
SALTANAT MEHDİSİ ve DİYANET MEHDİSİ olarak bu üç özelliğe birden sahip
olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını” söylemektedir. Dikkat
edilirse Bediüzzaman bu görevleri “üç ayrı kişi”nin yerine getireceğinden
bahsetmemiştir. Tam tersine Hz. Mehdi'nin bu “ÜÇ KONUDA BİRDEN” müminlerin önderliğini üstleneceğini
belirtmiştir. Bu sözleriyle ayrıca, “Mehdiliği üçe bölmenin, tek bir tanesinin
Mehdilik için yeterli olacağını söylemenin” yanlışlığını ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle, Hz. Mehdi'nin imkanlarının çok geniş
olacağını ve bu görevlerin tam yapılmasının bu üç alanda birden güç sahibi
olunmasıyla gerçekleştirileceğini açıklamaktadır. “ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ” sözleriyle ise, Hz.
Mehdi'nin bu “faaliyetlerinin ve etki
alanının çapının genişliğini” belirtmektedir. Bediüzzaman yaşadığı süre
içerisinde çok büyük bir iman hizmeti yürütmüş ancak bu üç alanda birden imkan
ve yetkilere sahip olmamıştır. Aksine kendisi ömrünü esaret, maddi sıkıntılar
ve zorluklar altında geçirmiştir. Çeşitli haksızlıklara uğramış, eziyetlere
tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar altında
sürdürmüştür. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Mehdi olsa ve diyanet, saltanat ve
siyaset alanlarındaki üç görevi yerine getirmiş olsaydı, böyle bir durum söz
konusu olmazdı. Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz. Mehdi hakkında verdiği bu bilgi
ile, kendisinin Hz. Mehdi olamayacağını bizzat kendi sözleriyle bir kez daha
delillendirmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi'nin “lider vasıflarını taşıyan üstün BİR ŞAHIS” olduğuna bir kez daha
dikkat çekmiştir. Bediüzzaman'ın saydığı görevlerin her biri ancak “BİR İNSAN”ın üstlenebileceği
sorumluluklardır. “MEHDİ” kelimesi, “HİDAYET BULAN VE HİDAYETE YÖNELTEN”
anlamındadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “DİYANET”,
“SİYASET” ve “SALTANAT” aleminde bu “MEHDİLİK
VASFINI” taşıyarak büyük sorumluluklar üstleneceğini belirtmektedir. Bir
şahsı manevinin diyanet, siyaset ve saltanat konularında yetki sahibi olması;
bu alanlarda insanların sorumluluklarını üstlenerek adalet sağlaması hiçbir
şekilde söz konusu değildir. Tüm bu sorumlulukların yerine getirilmesi
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, “HİDAYET
BULMUŞ BİR İNSANIN”, “iman, akıl ve
vicdan kullanarak yerine getirebileceği görevler”dir. Bediüzzaman da
sözleriyle bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olamayacağını
ifade etmiştir.
O İLERİDE GELECEK ACİB (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri
görülmeyen) ŞAHSIN bir HİZMETKARI ve ONA YER HAZIR EDECEK BİR
DÜMDARI (yardımcı kuvveti) ve O BÜYÜK
KUMANDANIN PİŞDAR BİR NEFERİ (önden giden bir
askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, s. 162)
Bediüzzaman bu sözünde, kendisini Hz. Mehdi'nin bir tür “öncüsü” olarak
nitelendirmiş ve Hz. Mehdi'nin “kendisinden sonra geleceğini” açıklamıştır:
Bediüzzaman bu ifadesinde Hz. Mehdi için, "İLERİDE GELECEK"
sözlerini kullanmıştır. Bediüzzaman "gelmiş" veya "geldi"
gibi kendi dönemini ve öncesini kasteden ifadelere yer vermemiştir; “ileride gelecek” diyerek Hz. Mehdi'nin
kendi yaşadığı dönemden sonra geleceğini açıklamıştır. “İLERİDE” kelimesinin gelecek bir zamanı ifade etttiği son derece
açıktır ve Bediüzzaman'ın bu konudaki düşüncesini hiçbir itiraza yer
bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman "ŞAHIS"
kelimesini kullanmakta, belli bir kişiden bahsetmektedir. Bediüzzaman bu
sözüyle bir topluluktan veya şahsı maneviden söz etmemektedir. Eğer
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin şahsı manevi olarak geleceğini düşünüyor olsaydı,
-hayatı boyunca gerçekleri ifade etmekten asla kaçınmamış büyük bir alim
olarak- bunu da açıkça ifade ederdi. Ancak Bediüzzaman, burada ve daha birçok
ifadesinde olduğu gibi, Hz. Mehdi'nin kutlu zatından bahsetmektedir. Hz.
Mehdi'nin ahir zamanda “bİr ŞahIs” olarak geleceğini
açıkça söylemekte ve bunu, aksi bir yönde tevil edilemeyecek kadar çok sayıda
sözüyle defalarca teyit etmektedir.
Bediüzzaman burada ayrıca şahıs kelimesini nitelendirmek için tekil bir ifade
kullanmıştır. Demek ki Bediüzzaman “TEK
BİR ŞAHIS”tan bahsetmektedir, “iki veya üç şahıstan” değil. Bediüzzaman'ın
bu sözleri, Hz. Mehdi'nin bir grup ya da bir topluluk olabileceği düşüncesini
tümüyle geçersiz kılmaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman “bir
şahıs” olduğunu ifade ettiği Hz. Mehdi'nin önemli bir özelliğini de
vurgulamıştır. Hz. Mehdi'nin “ACİB BİR
ŞAHIS” olduğunu ifade etmiştir. “Acib”
kelimesi, “hayret veren, şaşırtıcı,
benzeri görülmeyen” anlamındadır. Hadislerde Hz. Mehdi'nin çok büyük bir
fikri mücadelesi olacağı, yaptığı işlerin dünya çapında etki göstereceği
bildirilmektedir. Bediüzzaman da, Hz. Mehdi'den "ACİB" ifadesiyle bahsetmekte, bu mübarek zatın daha önce
“BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR KİŞİ”
olacağına dikkat çekmektedir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin kullandığı yöntemlerin
ve mücadele şeklinin alışılmışın dışında olacağı bildirilmiştir. Bu bilgilere
göre Hz. Mehdi çok etkili yöntemler kullanacak, her konuda başarılı sonuçlar
elde edecektir. Bu başarısına karşılık, kendisine çok yoğun saldırılar olmasına
rağmen bunlardan hiç etkilenmeyecektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi'nin
herkesin anlayamayacağı vehbi (çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfuyla olan)
ilimlere de vakıf bir şahıs olacağını ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu sözünden anlaşıldığı üzere,
Hz. Mehdi döneminde hayret verici olaylar da yaşanacaktır. Hadislerde
bildirildiğine ve İslam alimlerinin ifadelerine göre, olağanüstü doğa olayları,
beklenmedik siyasi değişimler, teknolojinin hızla gelişmesi, dünya çapında
tebliğ yapılması benzeri görülmemiş bir dönem olacağını anlatmaktadır. Hz.
Mehdi her an Allah’ın yakın takibine ve yardımına mazhar olacaktır. Bu nedenle,
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, iman gözüyle bakmayanların şaşıracağı, kolay
kolay açıklayamayacağı harikalıkta başarılara vesile olacaktır.
Bediüzzaman bu sözüyle kendi yaptığı çalışmaların, Hz. Mehdi'ye zemin
hazırlayacağını ifade etmekte, kendisini bu mübarek zatın "HİZMETKARI" olarak nitelendirmektedir. Kuşkusuz ki bu
son derece kesin bir açıklamadır. Eğer Bediüzzaman’ın, kendisinin Hz. Mehdi
olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, kendisini “Hz. Mehdi'nin hizmetkarı” olarak nitelendirmezdi. Çünkü “bir
kişinin aynı anda hem Hz. Mehdi hem de onun hizmetkarı olabilmesi” mümkün
değildir. Dolayısıyla bu ifade açıkça ortaya koymaktadır ki Bediüzzaman burada
çok açık bir şekilde Hz. Mehdi olmadığını belirtmişti
Bediüzzaman burada “ONA YER HAZIR
EDECEK” ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra gelecek bir
kimse olduğunu bir kez daha açıklamıştır. Bilindiği gibi “hazırlık” bir şeyin öncesinde yapılan bir eylemdir. Halihazırda
mevcut olan, hazır bulunan bir şey için hazırlık yapılması söz konusu değildir.
Bediüzzaman da burada kendisinin “Hz.
Mehdi'nin gelişinden önce böyle bir hazırlık içerisinde olduğunu” ifade
etmektedir. Bu da Hz. Mehdi'nin, Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde henüz ortaya
çıkmamış olduğunu, bu dönemin bir “hazırlık devresi” olduğunu göstermektedir.
Hadislerde yer alan tariflere ve Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre, ahir zaman
mücadelesi çok kapsamlı bir fikri mücadele olacaktır. Bu fikri mücadelede Hz.
Mehdi döneminde yaşayan salih müminler görev aldığı gibi, kendisinden önce
gelip ona yer hazırlayacak yardımcıları, dostları da olacaktır. Bediüzzaman da
bu sözleriyle bu gerçeğe işaret etmektedir. Büyük İslam alimi, kıymetli
hizmetleri ile ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’ye ortam hazırladığını dile
getirmektedir. Fikri mücadelesinin, hizmetlerinin, eserlerinin Hz. Mehdi’nin
çalışmalarına fayda sağlayacağını ve bunların Hz. Mehdi tarafından kaynak
olarak kullanılacağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, kendisinin ahir zamanın
beklenen Mehdi’si olmadığını bir kez daha bizzat kendi sözleriyle ifade
etmektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca kendi konumunu da çok açık bir şekilde
tanımlamıştır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, bir insanın aynı anda hem “Hz. Mehdi olması” hem de ona “yer hazır edecek bir kimse”
olabilmesi söz konusu değildir. Çünkü
yer hazır edecek olan kişi, o kişiyle eşzamanlı olarak bu görevi yapmamaktadır.
Onun görevi olayın öncesindedir; gelecek olan kişi yani Hz. Mehdi ise bu yer
hazır edildikten sonra yani ileriki bir zamanda görevine başlayacaktır.
“DÜMDAR” kelimesi “yardımcı
kuvvet” anlamına gelmektedir. Bediüzzaman, bu sözüyle kendisini, asıl
mücadeleyi yürüten zata imkan hazırlayan yardımcı kuvvetlere benzetmiştir. Bu
şekilde kendisinden sonra gelecek olan ve yapacağı büyük fikri mücadele ile
İslam ahlakının getirdiği tüm güzellikleri yeryüzüne hakim edecek olan Hz.
Mehdi’nin bir yardımcısı olduğunu ifade etmektedir. Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi
olduğunu düşünseydi kuşkusuz ki burada kendisini “Hz. Mehdi'nin yardımcısı” olarak tanımlamazdı. Çünkü “Hz. Mehdi'nin ve yardımcısının”, “birbirinden farklı, iki ayrı kişi”
olduğu çok açıktır. Eğer Bediüzzaman “yardımcısıyım” diyorsa, bu onun Hz. Mehdi
olmadığını belirttiği çok açık bir ifadedir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken “O
BÜYÜK KUMANDAN” sözlerini kullanarak Hz. Mehdi’nin “kumandanlık vasfına” da dikkat çekmektedir. Bir şahsı manevinin
kumandanlık sıfatı taşımasının söz konusu olamayacağı çok açıktır. Bediüzzaman
burada çok açık bir şekilde Hz. Mehdi’nin bu görevi yerine getirecek “BİR ŞAHIS” olduğunu ifade etmektedir.
Bediüzzaman'ın burada kullandığı “PİŞDAR
BİR NEFER” ifadesi, “ÖNDEN GİDEN
ASKER” anlamını taşımaktadır. Bediüzzaman bu sözüyle kendisini önden giden
öncü kuvvetlere benzetirken, Hz. Mehdi’nin kendisinden sonra geleceğini bir kez
daha vurgulamıştır. Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu belirtmek
isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir ifade kullanmazdı. Çünkü bu ifade aksi yönde
öne sürülebilecek tüm iddiaları geçersiz kılmakta ve konuya kesin bir açıklık
kazandırmaktadır. Bediüzzaman “kendisini
ÖNDEN GİDEN” bir kişi olarak nitelendirmekle; "Hz. Mehdi'nin ise kendisinden SONRA GELEN” bir kimse olduğunu
netleştirmektedir.
Bediüzzaman burada ayrıca “bİr nefer” yani asker kelimesini
kullanarak, kendisinin Hz. Mehdi değil, onun bir yardımcısı ve ona hizmet eden
bir görevli olduğunu bir kez daha ifade etmektedir. Bediüzzamanın kendisini bir
"HİZMETKARI, ÖNCÜSÜ"
olarak vasıflandırdığı ve bu kadar övgüyle, saygıyla bahsettiği Hz. Mehdi, tüm
İslam alemi tarafından asırlardır beklenmektedir. Bediüzzaman da bu
açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda, Allah'ın izniyle, muhakkak ortaya
çıkacağını müminlere müjdelemektedir.
MEHDİYET, GİZLENMESİ DEĞİL;
MÜJDELENMESİ GEREKEN BİR KONUDUR
Hz.
Mehdi'den bahsedilmesi,
Hz.
Mehdi'nin çıkış alametlerindendir
Hicri 13. yüzyılın müceddidi Bediüzzaman eserlerinde, Hz. Mehdi’nin gelişi
ve İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılması konusunda tüm Müslümanlara yol
gösterici nitelikte önemli açıklamalarda bulunmuştur. Ancak kimi çevreler
tarafından, Bediüzzaman'ın eserlerinde geniş yer verdiği “Mehdiyet konusundan aleni şekilde bahsedilmesinin pek çok açıdan
yanlış ve sakıncalı olacağı” dile getirilmektedir.
Oysa ki “Mehdiyet meselesi
gizlenmesi, örtbas edilmesi değil; müjdelenmesi gereken bir konudur”. Hz.
Mehdi'nin gelişi bizzat Peygamberimiz (sav) tarafından müjdelenmiştir ve
Peygamberimiz (sav)'in bu konuda mütevatir olarak kabul edilen çok sayıda
hadisi vardır. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde “Hz. Mehdİ İle müjdelenİn. O Kureyş’ten ve Ehl-i
Beyt’imden bir kişidir.” (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Ahir zaman, s.13)
sözleriyle, bu konunun Müslümanlar için bir müjde olduğunu bildirmiştir. Bir
başka hadisinde ise Peygamberimiz (sav) “Mehdi zuhur eder, herkes sadece O’ndan konuŞur, O'nun
sevgisini içer ve O'ndan baŞka bİr
Şeyden bahsetmezler.” (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il
Ahir Zaman, s. 33) sözleriyle Hz. Mehdi'nin ortaya çıkacağı dönemde
herkesin bu mübarek şahıstan bahsedeceğini haber vermiştir. Peygamberimiz
(sav)'in bildirdiği bu hadisler günümüzde gerçekleşmeye başlamıştır ve herkes
Hz. Mehdi'den bahsetmektedir.
Bediüzzaman da eserlerinde bu konuya geniş yer vermiş, yüzlerce sayfa
boyunca bu konuyu detaylarıyla birlikte açıklamıştır. Çok açıktır ki eğer bu
konunu gizlenmesi gerektiğini ya da okunmasının gereksiz olduğunu düşünseydi,
bu husustaki açıklamalarını risalelere koymazdı. Nitekim sakıncalı bir konu
olduğunda Bediüzzaman eserlerinde bunun “mahrem”
olduğunu ve yayınlanmaması gerektiği için risalelere konmadığını çeşitli
yerlerde ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu açıklamalarından biri şöyledir:
Risaleler ise, o gibi risalelere mahrem
demişiz... neşrini men'etmişiz... (Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme
Müdafaları, s.187)
Bediüzzaman'ın da söylediği gibi, gizli olan yayınlanmaz. Ancak Mehdiyet
konusunda bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin
gelişini yüzlerce sayfa boyunca açıklayarak bu konuya aleniyet getirmiş ve
bunun gizlenecek bir mesele olmadığını açıkça ifade etmiştir. Nitekim yıllardır
risalelerin milyonlarca insan tarafından okunuyor olması da bu konunun gizli
değil, aleniyete dökülmüş bir konu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak Bediüzzaman'ın bu konuya bakış açısı son derece açık olduğu halde,
bu yanlış düşünce, Bediüzzaman'ın sözlerine birtakım yanlış anlamlar yüklenerek
desteklenmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla öne sürülen ve yanlış yorumlanan
Bediüzzaman'ın sözlerinden biri şöyledir:
Kardeşlerimin ikinci iltibası (yanlışlığı): Fâni (geçici) ve
çürütülebilir bir şahsiyeti, bâzı cihetlerle (yönleriyle) birinci vazifede pişdarlık (öncülük) eden Nur Şâkirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı mânevîsini temsil eden o âciz
kardeşine veriyorlar. Halbuki bu iki iltibas (yanlışlık, karıştırma) da Risale-i Nurun hakikî ihlâsına ve hiçbir
şey'e, hattâ mânevî ve uhrevî makamata dahi âlet olmamasına bir cihette (yönden)
zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti de (siyaset
ehlini de) evhama (kuruntuya,
vehime, olmayan bir şeyi olur zannı ile endişeye) düşürüp Risale-i Nur’un neşrine (yayınlanmasına, dağıtılmasına,
duyurulmasına) zarar gelir. Bu zaman,
şahs-ı mânevi zamanı olduğu için, böyle büyük ve bâki (ebedi) hakikatlar, fâni (geçici) ve âciz ve sukut edebilir (kusur
işleyebilen) şahsiyetlere bina edilmez.
Elhâsıl (netice olarak): O gelecek zâtın ismini vermek, üç
vazifesi birden hâtıra geliyor, yanlış olur. Hem hiçbir şey'e âlet olmayan Nurdaki
ihlâs zedelenir, avâm-ı mü'minîn (ilmi irfanı az olan müminlerin) nazarında hakikatların kuvveti bir derece
noksanlaşır, yakîniyet-i bürhaniye (yakin derecesinde bilinenen, red ve
inkar için itiraz kabul edilemeyecek surette gerçekleri ispat eden kesin delil) dahi kazâyâ-yı makbûledeki (kabule
mazhar olmuş hüküm ve iddia, itimad edilir zatların söyledikleri ve bu itimada
binaen kabul edilen) zann-ı galibe
inkılâb eder (hakikate yakın kuvvetli kanaate dönüşür), daha muannid dalâlete (inatçı delile, işarete) ve mütemerrid zındıkaya (inatçı,
dikbaşlı, kibirli dinsizliğe) tam
galebesi (galibiyeti, üstünlüğü),
mütehayyir (şaşkınlık içerisindeki) ehl-i
îmanda görünmemeye başlar; ehl-i siyaset evhama (kuruntu ve endişeye) ve bir kısım hocalar itiraza başlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip (uygun)
görülmüyor. Belki müceddiddir, onun
pişdarıdır (öncüsüdür), denilebilir.
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.10)
Bediüzzaman'ın bu sözünde anlattığı gerçekler çarpıtılmakta ve “Hz. Mehdi
meselesinden alenen bahsedilmesinin son derece zararlı olacağını söylediği” öne
sürülmektedir. Oysa ki bu düşünce tümüyle yanlış bir yoruma dayanmaktadır. Zira
Bediüzzaman bu sözünde anlattıklarını kendi yaşadığı döneme yönelik olarak
açıklamıştır. Bediüzzaman talebelerinin kendisine Mehdilik konusunda bir hüsnü
zan beslediklerini ancak bunun, “karıştırmadan
kaynaklanan bir yanlışlık olduğunu” dile getirmektedir. Bu sebeple de kendisi için, “bu şekilde söylemeyin; böyle
bir Mehdilik iddiasında bulunmayın” demektedir. Ancak dikkat edilirse
Bediüzzaman burada “Mehdilik konusundan
bahsetmenin değil; ‘yanlış bir kanaate dayalı olduğu için kendisine yönelik
olarak Mehdi iddiasında bulunulmasının’ sakıncalı ve zararlı olacağından”
bahsetmektedir. O dönem için Bediüzzaman'a yönelik böyle yanlış bir
düşüncenin gündeme getirilmesinin ihlası zedeleyebileceğini, bazı siyasilerin
tedirginliğine neden olabileceğini, Risale-i Nur’un neşredilmesine zarar
verebileceğini ve Risale-i Nur’un inkar edenlere karşı elde edeceği
galibiyetinin yarım kalacağını hatırlatmaktadır. Bediüzzaman böyle yanlış bir
hüsnü zanda bulunulmasının Mehdiyet konusunda yanlış bir “zannı galip” (gerçeğe
yakın kuvvetli kanaat) oluşmasına ve böylece iman ehlinin yanlış
yönlendirilmesine neden olacağını; bu şaşkınlık sonucunda da bunun,
Müslümanların gerçek Hz. Mehdi'yi fark etmelerine engel olabileceğini
söylemektedir.
Bediüzzaman ayrıca burada kullandığı ifadelerle, kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını da pek çok kez açıkça belirtmiştir. Örneğin “ben Hz. Mehdi'nin üç
görevini birden yerine getirdim” dememektedir. Dikkat edilirse kendisinin “yalnızca Hz. Mehdi'nin birinci vazifesi
olan iman hakikatleri konusunda Hz. Mehdi'ye sadece öncülük ettiğini ve bunu da
yalnızca bazı cihetlerde (yönlerde) yerine getirdiğini” ifade etmektedir. “O gelecek zatın ismini vermek... yanlış
olur” sözleriyle “bu ismin Hz. Mehdi
olmadığı halde kendisine verilmesinin yanlış olacağını ve ihlasa zarar
vereceğini; bu nedenle Hz. Mehdi isminin kendisine değil, o gelecek zata
verilmesini” belirtmektedir. Kendisi
için ise “belki müceddid ve Hz. Mehdi'nin pişdarı yanı öncüsüdür
diyebilirsiniz” demektedir.
Tüm bunların yanı sıra Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin çıkışı ile ilgili
olarak verdiği tarih bilindiği gibi 2011 yılıdır. Böylesine önemli bir olayın
gerçekleşmesine bu kadar az bir süre kala, bu konudan hala bahsedilmemesi ve
gizli tutulacak olması elbette ki söz konusu değildir.
Bediüzzaman'ın sözleri son derece açıktır. Bediüzzaman risalelerin
“avamdan havassa (ilmi az olan sıradan bir insandan, Kurani ve manevi sırlara
ve hususlara vakıf bulunan, ilim, ibadet ve takva yolunda yükselmiş
Evliyaullah’a) ya da bir ortaokul
talebesinden bir filozofa kadar okuyan herkesin kolaylıkla anlayabileceği” (Kastamonu Lahikası, s. 70) (Şualar, s. 549) eserler olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın bu
konudaki sözlerinden bazıları şöyledir:
... Risale-i
Nur bu vazifeyi; en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nazik bir
vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakaik-i Kur'aniye (Kuran hakikatleri)
ve imaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli bürhanlar (deliller)
ile ispat eder. (Şualar, sf. 748)
... Risâle-i
Nur'u kadın, erkek, memur
ve esnaf, âlim ve feylesof gibi her türlü halk tabakası okuyup anlayabiliyor... (Şualar, sf. 549)
Buna rağmen risaleleri yalnızca özel sırlara vakıf, özel tefsir gücü olan
ve özel yeteneklere sahip bazı özel kişilerin anlayabileceğini öne sürerek,
Bediüzzaman'ın sözlerine apaçık anlamından farklı yorumlar getirmek son derece
yanlıştır. Bu durumda isteyen herkes Bediüzzaman'ın sözlerinden kendi bakış
açısına göre yeni yanlış çıkarımlarda bulunabilecektir. Bu şekilde risaleler
de, Bediüzzaman’ın gerçek sözlerini değil, bu sözleri kendi bilgi ve anlayışı
içerisinde tefsir eden kişilerin düşüncelerini yansıtan eserlere dönüşecektir.
Böyle bir tefsir mantığının Bediüzzaman’ın veciz ve samimi bir dille kaleme
aldığı Külliyatı üzerinde nasıl bir bozucu etki oluşturacağı dikkatle
değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Bediüzzaman,
kendisine Mehdilik konusunda
hüsn-ü
zan besleyenlere Mehdi olmadığını
delilleriyle
birlikte açıklamıştır
Yaşadığı dönem içerisinde talebelerinden ve yakın çevresinden
Bediüzzaman’a Mehdi olup olmadığı konusunda birtakım sorular yöneltilmiştir.
Nitekim tarih boyunca benzeri sorular Bediüzzaman’dan önce yaşamış olan
müceddidlere de yöneltilmiş, talebelerinden kendilerine Mehdilik iddiasıyla
yaklaşanlar olmuştur. Onlar da talebelerine, Mehdi olmadıklarını; Hz. Mehdi’nin
özelliklerinin kendileriyle uyuşmadığını delilleriyle birlikte açıklamışlardır.
Hz. Mehdi'nin ne zaman ve nerede çıkacağını, ne gibi özelliklere sahip
olacağını, mücadelesini, İslam ahlakını ne şekilde hakim kılacağını
detaylarıyla tarif etmişlerdir. “Ben Mehdi değilim, çünkü Hz. Mehdi şu yaşında
olacak, şuradan çıkacak, şu özelliklere sahip olacak, seyyid olacak” gibi
Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda birtakım yorumlarda
bulunmuşlardır.
Bediüzzaman’ın da bu konudaki
düşüncelerini soranlara iki türlü cevabı olmuştur;
1) Açıkça kendisinin Hz. Mehdi olmadığını belirtmiş ve kendisine Mehdilik
iddiasıyla yaklaşan kimselere “Mehdi olmadığını ve neden
olamayacağını” eserlerinde
yaptığı
sayfalar dolusu izahlarla açıklamıştır.
2) Kendisine Mehdilik iddiasıyla yaklaşanlara “hüsn-ü zan eskiden beri cereyan ediyor, buna itiraz edilmez; bu
nedenle ben de hüsn-ü zan besleyenlere ilişmezdim” diyerek cevap vermiş
ancak bu kimselere de kendisine yöneltilen “Mehdilik
iddiasını kabul etmediğini” açıklamıştır.
1) Bediüzzaman “Mehdilik isnadını hiç
kabul etmediğimi bütün kardeşlerim şahadet ederler” (Şualar, s. 365)
demiş ve bunu risalelerde yüzlerce sayfa boyunca
delillendirmiştir:
Bir konuda soru sorulduğunda Bediüzzaman'ın bu konuya ne cevap verdiği
önemlidir ve kendisi Hz. Mehdi olmadığını açıkça söylemiştir. Bediüzzaman
eserlerinde, “kendisinin Hz. Mehdi olmadığını” (Emirdağ Lâhikası, s. 266), “Hz. Mehdi'nin kendisinden bir yüz yıl sonra geleceğini” (Kastamonu Lâhikası, s. 57), “kendisinin Hz. Mehdi'nin bir eri, neferi
ve öncüsü olduğunu” (Barla Lâhikası, s. 162), “eserleri ve yaptığı çalışmalar ile Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını” (Sikke-i Tasdik-ı Gaybî, s. 189) , “kendisinin ve Risale-i Nurlar’ın Mehdi
sanılmasının ise bir hata ve karıştırma olduğunu” (Emirdağ Lahikası, s. 266) ifade etmiştir.
“Hz. Mehdi’nin ‘seyyid’ olacağını” (Tenvir, Şualar,
s. 365), “siyaset,
saltanat ve diyanet aleminde üç büyük vazifeyi birarada yerine getireceğini”
(Şualar, s. 456) (Şualar, s. 590)
(Emirdağ Lahikası, s. 259-260), “Peygamberimiz
(sav)’in halifesi ve tüm Müslümanların manevi lideri ünvanını taşıyarak İslam
ahlakının esaslarını yeniden canlandıracağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9),
“tüm dünyaya barış ve adalet getireceğini” (Emirdağ Lahikası, s. 259)
(Mektubat, s. 411-412), “‘Müceddid-i Ekber’ yani ‘en büyük
müceddid’ vasfını taşıyacağını” (Tılsımlar Mecmuası, s. 168), “İslam birliğini sağlayacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260), “tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini alacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260), “Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını” (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 9),
“Hz. İsa’yla birlikte namaz kılacaklarını” (Şualar, s. 493), “Kuran
ahlakını tüm dünyaya
yerleşik kılacağını ve tüm insanları doğru yola sevk edeceğini” (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9) (Mektubat, s. 473) ayrıntılı olarak anlatmıştır.
Bediüzzaman yaşadığı
dönemde “tüm Müslümanları tek bir çatı altında toplayarak İslam birliğini oluşturmamış; tüm inananların halifesi
(manevi lideri) vasfını taşımamıştır”. “Tüm dünyaya
adalet ve hakkaniyet getirmemiş”, “İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim kılmamıştır”. “Müceddid-i ekber
ve Hakim vasıflarına sahip olmamış”, “tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini almamıştır.” Hayatını Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir iman hizmeti vermiştir. Yaşadığı yüzyılın müceddidi olarak üstlendiği görevi en şerefli şekilde
yerine getirmiştir. Ancak onun tebliği kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil,
maddi ve manevi açıdan gayet zor şartlarda ve benzersiz sıkıntılar
içerisinde geçmiştir. Hakim konumunda olmamış;
aksine baskı altına
alınmış, ömrünü esaret, maddi sıkıntılar
ve zorluklar altında geçirmiştir. Sayıldığı
gibi geniş bir kesimin desteğini almamış;
aksine çeşitli haksızlıklara
uğramış, eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi
şartlar altında sürdürmüştür. Yukarıda sayılan imkanların ve yerine getirilecek olan sorumlulukların ise, kendisinden sonraki yüzyılın müceddidi olarak Hz. Mehdi’ye nasip
olacağını
bildirmiştir.
2) Bediüzzaman Mehdi olmadığını
delilleriyle birlikte açıklamış, ancak kendisine hüsn-ü zan besleyenlere
ilişmediğini belirtmiştir:
Yaşadığı dönem içerisinde, yakın çevresinden Bediüzzaman'a Mehdilik
konusunda hüsn-ü zan besleyenler olmuştur. Hatta Bediüzzaman talebelerinin bu
yaklaşımlarını ifade eden sözlerini risalelerin çeşitli bölümlerine eklemiştir.
Ancak bilindiği gibi bir konuda bir kişiye hüsn-ü zan beslenmesi, bu düşüncenin
gerçeği yansıttığını gösteren bir delil değildir. Nitekim Bediüzzaman da
risalelerinde bunu dile getirmiştir. “Kendisine
hüsn-ü zan besleyen kimseler olabileceğini; bunun eskiden beri olduğunu, buna
itiraz edilemeyeceğini; ancak gerçekte bunun bir karıştırma ve yanlışlık
olduğunu” ifade etmiştir. Bediüzzaman’ın bu konuyu açıkladığı sözlerinden
biri şöyledir:
...
Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar
(şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevînin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin tesanüdünden (talebelerinin
dayanışmasından) gelen bir şahs-ı
manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili (temsilcisi) olan bîçare tercümanını zannettiklerinden,
bazan o ismi (Hz. Mehdi ismini) ona
da veriyorlar. Gerçi bu bir iltibas (karıştırma) ve bir sehivdir (hatadır, yanılmadır), fakat onlar onda mes'ul (sorumlu) değiller. Çünki ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve
itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir
nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının bir tereşşuhu
(yansıması) gördüğümden
onlara çok ilişmezdim. (Emirdağ
Lahikası, s. 248)
Bediüzzaman Risale-i Nur’un şahsı manevisinin ve bu eserlerin yazarı
olarak kendisinin kimi zaman Hz. Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü, ancak
bunun bir karıştırma ve hata olduğunu belirtmiştir. Bu düşünceye sahip olan
kimselerin iman hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir değerlendirme
yaptıklarını, ancak Hz. Mehdi'nin diğer iki vazifesi olan “İslam birliğinin sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri olması ve
İslam ahlakının dünyaya hakim kılınmasının kendisinde görünmediği hususunu
dikkate almadıklarını” söylemiştir. Bundan dolayı da Risale-i Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca
bir “zan”dan ibaret olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman
“Hz. Mehdi’nin seyyid olacağını;
kendisinin
ise seyyid değil, Kürt olduğunu”
eserlerinde
pek çok kez ifade etmiştir
Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olmadığını açıkladığı
delillerden birinde “Hz. Mehdi'nin
seyyid olacağını ancak kendisinin seyyid olmadığını” ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu gerçeği açıkça dile getirdiği sözlerinden bazıları şöyledir:
... Hem mehdilik
isnadını hiç kabul etmediğimi bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hatta
Denizli’deki ehli vukuf (bilgi sahibi kişiler) eğer Said mehdiliğini ortaya
atsa bütün şakirtleri (talebeleri) kabul edecek dediklerine mukabil (karşılık),
Said itiraznamesinde demiş ki: “ben
seyyid değilim Mehdi seyyid olacak” diye onları reddetmiş... (Şualar, s. 365)
Ben,
kendimi seyyid (Peygamberimiz
(sav)'in soyundan) bilemiyorum. Bu zamanda
nesiller bilinmiyor. Halbuki ahir zamanın o büyük şahsı Al-i Beyt’ten (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) olacaktır. (Emirdağ Lahikası, s. 247-250)
Bediüzzaman ayrıca eserlerinde Peygamberimiz (sav)'in bir hadisini
hatırlatmış; “seyyid olan bir kişinin
seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını” belirterek, bu
konudaki sözünün kesin olarak doğru olduğunu ifade etmiştir:
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan
değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram
oldukları gibi... hadis ve Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu’dur (yasaklanmıştır).
(Muhakemat, s. 52)
Eğer Bediüzzaman seyyid olsaydı,
bunu gizlemesi için hiçbir sebep yoktur. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav)'in
neslinden olmak, saklanması gereken bir özellik değildir; tam
aksine Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dünya üzerinde milyarlarca seyid
vardır ve her biri de kendilerine sorulduğunda bu gerçeği açıkça dile
getirmektedirler. Dolayısıyla Bediüzzaman da eğer seyyid olsaydı kendisine
böyle bir soru sorulduğunda “Evet
seyyidim, şerifim, ama Mehdi değilim” der; kendisinin Peygamberimiz
(sav)'in soyundan olduğunu ifade etmekten büyük onur duyardı. Çünkü “seyyid olduğunu kabul etmesi Hz. Mehdi
olduğunu da kabul etmesini” gerektiren bir konu değildir. Ancak buna rağmen
seyyid olmadığını çok açık bir şekilde pek çok kez belirtmiştir. Ayrıca
Bediüzzaman risalelerde yine birçok kez “Kürt”
olduğunu ifade ederek bu gerçeği delillendirmiştir (Münazarat, s.84; Tarihçe-i Hayat, s.228; Bediüzzaman ve Talebelerinin
Mahkeme Müdafaları, s.18). Aynı
şekilde eğer kendisinin Hz. Mehdi olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, milyonlarca kişinin okuduğu eserlerinde buna taban
tabana zıt yüzlerce sayfa izah yapmaz; Hz.
Mehdi'nin özelliklerinin kendisiyle uyuşmadığını ve bu mübarek zatın kendisinden sonraki dönemde geleceğini onlarca deliliyle
birlikte açıklamazdı.
Bunun yanı sıra “her seyyid olan kişi, mutlaka Mehdi olacak
diye bir durum da söz konusu değildir”. Dünya üzerinde milyonlarca seyyid
olan insan bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid olması Mehdi olmasını gerektirmediği için, seyyid olan her insan bu gerçeği
rahatlıkla ve iftiharla dile getirmektedir.
Dahası Bediüzzaman
“Benim bu konudaki tek eksikliğim
seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi olurdum”
da dememiştir. Tam aksine “Hz. Mehdi'nin tüm özelliklerini, yapacağı benzersiz faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların kendi yaşadığı dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir”.
Hz.
Mehdi karşıtı Deccaliyet ve Süfyaniyet’in
etkisi,
Bediüzzaman hayattayken günümüzdeki
şiddeti
ile yaşanmamıştır
Günümüzde İslam ülkelerinin ve tüm dünya Müslümanlarının içerisinde
bulunduğu durum, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği vazifelerin Bediüzzaman'ın
döneminde gerçekleştirilmemiş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Süfyaniyet ve
Deccaliyet’in etkisi, Müslüman ülkeler üzerinde tüm gücüyle hissedilmektedir.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde din hürriyeti gereği gibi yaşanamamaktadır.
Bediüzzaman hayatta iken ise, Müslümanların maruz kaldıkları zorluk, sıkıntı ve
eziyetler ise bu derece şiddetli değildi. Bu da Hz. Mehdi gibi, Süfyan ve
Deccal'in faaliyetlerinin de o dönemde henüz gerçekleşmemiş olduğunu
göstermektedir. Deccal ve Süfyan ile mücadele ortamı oluşmadan Hz. Mehdi'nin
vazifesini yerine getirebilmesinden bahsedebilmek ise hiçbir şekilde söz konusu
değildir.
Bunun yanı sıra günümüzde tüm İslam alemi ve Müslümanlar kendi içlerinde
paramparçadır. Bediüzzaman yaşadığı dönemde tüm dünya Müslümanları üzerinde
birleştirici bir rol oynamamıştır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde tüm
Müslümanları birleştirici vasfını Hz. Mehdi'nin taşıyacağı bildirilmektedir.
Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle bildirmektedir:
...
o zât, bütün ehl-i imanın (iman edenlerin)
manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle (İslam birliğinin yardımlaşmasıyla) ve bütün ülema ve evliyanın (alimlerin
ve velilerin) ve bilhassa Âl-i Beyt'in
neslinden (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) her asırda kuvvetli ve kesretli (çok sayıda) bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla (Peygamber
soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla) o vazife-i uzmayı (büyük görevi) yapmağa çalışır. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini açıklamıştır. Buna
göre, Hz. Mehdi Kuran ahlakının göz ardı edildiği bir dönemde, insanların
yeniden din ahlakına yönelmesine vesile olacak, İslam birliğini kuracak ve tüm
Müslümanların birleşerek ittifak halinde Hz. Mehdi'nin bu görevdeki
yardımcıları olacağını bildirmiştir. Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle
geniş çapta bir ittifak ve destek, Bediüzzaman'ın döneminde gerçekleşmiş
değildir. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi
yardımları, ancak ahir zamanda Hz. Mehdi ile birlikte oluşacak ve İslam
ahlakının tüm dünyaya hakim kılınmasında büyük rol oynayacaktır.
Bediüzzaman,
her konuda risalelerdeki
açıklamalarının
yeterli olduğunu söylemiştir
Bediüzzaman “Bir Risale-i Nur talebesi olarak ben de bunlara uyuyorum”
diyerek, hayatta olduğu süre içerisinde eserlerinde yazdıklarının
doğruluğunu defalarca tasdik etmiştir. Risalelerin her biri, binlerce nüshası olan kitaplardır. Dolayısıyla eserlerinde açıkça “Ben kendimi
seyyid bilmiyorum” diyorsa, bazı kişilerin “Bediüzzaman'ın bu açıklamaları doğru değildir; kendisi falanca gün bizi çağırmış, hem şerif,
hem seyyid hem de Hz. Mehdi’yim demiştir” demeleri Bediüzzaman Said Nursi
Hazretleri’ne karşı çok galiz bir
hakaret, büyük bir zulüm ve iftira olur. Zira bu, Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın bu konuda yazdıklarının “yalan” olduğunu iddia etmek anlamına gelir. Yüzlerce sayfa boyunca yazdıklarının
aksine, Bediüzzaman'ın “-yalnızca iki üç kişiye- tüm yazdıklarının yalan olduğunu söylediği”
şeklinde bir iddia, bu tür iddiaların
sahiplerini töhmet altında bırakır. “Bediüzzaman
Hazretleri milyonlarca insanı aldattı, yalan söyledi; fakat bu konun doğrusunu
üç beş kişiye açıkladı” şeklinde bir iddia hiçbir şekilde kabul edilemez.
Risale-i Nur’da, Bediüzzaman Hazretleri’nin “yüzlerce sayfa çok kapsamlı ve detaylı yalan söylediğini; ümmeti
aldattığını, bu yazılanların bir aldatmaca olduğunu” iddia etmek bir
hezeyandır. Sevgi adına da olsa böyle ağır bir hakaret yapılamaz.
Bediüzzaman gibi derin imanlı
büyük bir müceddidin, eserlerinde, düşündüğü ve inandığı şeylerin tam tersine açıklamalarda bulunması
hiçbir şekilde söz konusu değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın
vefatından yıllar sonra böyle bir iddia ile ortaya çıkmak,
her ne kadar iyilik adına, Bediüzzaman'ı sevme adına yapılmış dahi olsa, Bediüzzaman adına çok büyük bir iftira olur. Onu yalancılıkla itham eden ve yüzlerce sayfa ile
ümmeti aldattığını iddia eden böyle bir yaklaşım ise hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bir davranıştır.
Bunun yanı sıra, hiçbir delile dayanmayan bu iddianın destelenebilmesi
için Hz. İsa ile ilgili de gerçek dışı birtakım iddialar öne sürülebilmektedir.
Bilindiği gibi Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi döneminde Hz.
İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geleceği bildirilmektedir. Hz. Mehdi'nin
imamlığında Hz. İsa ve Hz. Mehdi birlikte namaz kılacak, yedi sene yeryüzünde
birlikte hüküm süreceklerdir. Ancak bu gelişmelerin hiçbiri Bediüzzaman hayatta
iken gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman Hz. İsa ile birlikte olmamıştır. Bu durum
da çeşitli şekillerde tevil edilmeye çalışılmakta; Hz. İsa'nın yalnızca bir ruh
olarak geleceği ya da Bediüzzaman hayatta iken geldiği ve vefat edip gömüldüğü
gibi asılsız fikirler öne sürülmektedir. Oysa ki Bediüzzaman eserlerinde çok
açık bir dille ve pek çok kez Hz. İsa'nın -cismi bedeniyle- “bir şahıs” olarak yeryüzüne geleceğini
ifade etmiştir. Hz. İsa'nın “Hıristiyan
ruhanileriyle ittifak edeceğini, Deccal ile mücadele ederek onu fikren etkisiz
hale getireceğini” belirtmiştir. Bu sözlerinden birinde Bediüzzaman Hz.
İsa'nın bir şahsı manevi değil, bir şahıs olduğunu şöyle ifade etmektedir:
... âlem-i semavatta (gökler aleminde) CİSM-İ BEŞERİSİYLE (insani cismiyle) bulunan ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM, o din-i hak cereyanının (Hak dinin) başına
geçeceğini.... (Mektubat, sf. 60)
Bunun yanı sıra Bediüzzaman, Hz. İsa'nın Deccal ile olan mücadelesini
anlattığı sözlerinde de bir şahsı manevi ile bir şahsı manevi arasında
yaşanacak bir konudan değil; Hz. İsa'nın direk şahsıyla Deccal'in şahsına karşı
yapacağı bir mücadeleden bahsetmektedir:
... Elcevap: Hadîs-i sahihte (doğruluğu
kesin olan hadiste) rivayet edilen: "Hazret-i
Îsâ Aleyhisselâm'ın geleceğini ve Şeriat-ı İslâmiye ile amel edeceğini,
Deccal'ı öldüreceğini" imanı zaîf (zayıf) olanlar istib'ad ediyorlar
(ihtimal vermiyorlar, uzak görüyorlar, olmayacak sanıyorlar). Onun hakikatı
izah edilse, hiç istib'ad (uzak görünecek) yeri kalmaz. (Mektubat, s. 58-59)
Bir başka sözünde ise Bediüzzaman Deccal'in etkisinin ancak mucize sahibi
bir peygamber tarafından ortadan kaldırılabileceğini belirterek, Hz. İsa'nın
bir şahsı manevi değil, mucizeler gösterecek özelliklere sahip bir şahıs
olacağını bir kez daha açıkça ifade etmiştir:
... ancak
hârika ve mu'cizatlı (mucizeler sahibi) ve umumun makbulü (umumun kabul ettiği) BİR ZAT olabilir ki: O ZAT,
en ziyade alâkadar ve ekser (birçok)
insanların peygamberi olan HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM’dır..... (Şualar, sf.
463)
Bediüzzaman'ın, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi ile ilgili bu çok açık
sözlerine rağmen, özel sohbetler delil gösterilerek öne sürülen bu gibi
iddialar, böylesine değerli bir müceddidin kaleme aldığı risalelerin tümünü şüpheli hale
getirecek son derece tehlikeli girişimlerdir. Bunun gibi pek çok kişi,
birbirinden farklı iddialarla ortaya çıkıp “Bediüzzaman Said Nursi burada böyle
demiştir ama bunların tamamı bir taktiktir, yalandır; doğrusunu bize söyledi” dese bu ne kadar
geçerli olacaktır? Böyle bir durumda bir süre sonra
Risale-i Nur’da yer alan her konu için bir şey söylenebilir ve Bediüzzaman'ın eserleri gerçek manasından
ve hikmetinden giderek uzaklaşır. Böyle bir tehlikeyi önlemek ise,
Bediüzzaman gibi değerli bir İslam aliminin bizzat yazıp tasdik ettiği apaçık
sözlerini korumakla mümkün olacaktır.
Nitekim Bediüzzaman da eserlerinde, her konuda olduğu gibi bu konuda da en
doğru açıklamaların risalelerde bulunabileceğini hatırlatmış, risalelerde
yazılanlar okunduğunda adeta kendisiyle görüşülmüş gibi en doğru bilgilere
ulaşılabileceğini belirtmiştir.
Risale-i Nur’un her bir kitabı bir Said’dir. Siz hangi
kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem
faydalanır, hem hakiki bir surette benimle görüşmüş olursunuz. Risale-i Nur
bana hiçbir ihtiyaç bırakmıyor. (Emirdağ Lahikası, s. 159)
… Çünkü der: "Benimle görüşmek isteyen, eğer âhiret için, Risale-i Nur için
ise; Risale-i Nur bana kat'iyyen ihtiyaç bırakmamış. Milyonlar nüshası her
birisi on Said kadar faide veriyor… Eğer Risale-i Nur'un hizmetine,
intişarına (yayılmasına) ait olsa; bana hizmet eden hakikî fedakâr talebelerim
ve manevî evlâdlarım ve kardeşlerim benim bedelime görüşmeleri kâfi, bana hiç
ihtiyaç yok… (Emirdağ Lâhikası-2, s. 214)
Bediüzzaman eserlerinde aynı gerçeği dile getiren
talebelerinin sözlerine de yer vermiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
Ey hocalar ve ehl-i kalb! Soracağınız suallerin
cevaplarını Risale-i Nur’da bulabilirsiniz. Ehl-i keşf (gözle görülmeyen gaybi
hakikatleri Allah’ın lütfuyla keşfedip bilen evliyalar) ve kalbden birisi,
benim gibi aciz bir insandan Mehdi’yi
soruyor. “Ne vakit gelecek...” Daha Mehdi’yi anlamamış. Dabbetü’l Arz kimler
olduğunu bilmiyor. Bunlara dair, risalelerde bir bahis (söz, açıklama) vardır.
Her müşkil sualin (zor sorunun) cevabını o risalelerden arayınız, bulursunuz.
(Mustafa Hulusi, Barla Lahikası, s. 143)
… bu hususta arzedeyim ki, üstadımız
Bediüzzaman, bir Nur talebesine Risale-i Nur'dan bazan okuyuvermek lütfunu
bahşederken izah etmiyor, diyor ki: "Risale-i Nur, imanî mes'eleleri
lüzumu derecesinde izah etmiş. Risale-i Nur'un hocası, Risale-i Nur'dur.
Risale-i Nur, başkalarından ders almağa ihtiyaç bırakmıyor. (Sözler, s.
772)
EK BÖLÜM:
EVRİM TEORİSİNİN
SONU
Darwinizm; ara
fosil olmadığı halde varmış telkini yapar… Geçersiz deliller sunar… Bulunan
bütün fosiller yaratılışı ispat ettiği halde bunun tam aksini savunur…
Tesadüfler sonucu oluşma ihtimali ancak 10 950'de 1 olan, -yani "oluşması
imkansız olan" proteinlerle- yine tesadüfler sonucunda, sanatçılar, bilim
adamları, profesörler meydana geleceğine inandırmaya çalışır. Hatta meydana
gelen profesörlerin, kendilerinin nasıl tesadüfen meydana geldiğini
üniversiteler kurarak araştırdığına da inandırmaya çalışır…
Darwinizm; bir
canlı hücre kromozomunda dev bir kütüphaneden daha fazla bilgi kodlanmış
olmasını, kör tesadüflerin mucizesi olarak görür… Görmeyen, duymayan,
hissetmeyen, şuursuz atomların, gören, duyan, hisseden, düşünen şuurlu insanlar
haline gelmesini, tesadüflerin ilahi gücünden olduğunu iddia eder… Tesadüf,
Darwinizm'in mucizeler meydana getiren ilahıdır.
1. Darwinizm
artık proteinlerin evrimle oluşabileceğini iddia edemiyor. Çünkü tek bir proteinin bile tesadüfen doğru dizilimle
oluşma ihtimali teorik olarak 10 950'de 1 dir. Bu ise gerçekleşmesi matematiksel
olarak imkansız bir ihtimaldir.
2. Darwinizm
artık fosilleri evrime delil olarak gösteremiyor. Çünkü 19. yüzyılın ortalarından bu yana dünyanın dört bir
yanında yapılan arkeolojik çalışmalarda, evrimcilerin milyonlarca olduğunu
iddia ettikleri "ara geçiş formu" fosillerinden tek bir tane bile
bulunamadı. "Kayıp halkaların" bilim dışı bir efsane olduğu
anlaşıldı.
3. Evrimciler
bugüne kadar bulunmuş olan sayısız fosil karşısında çaresiz kalmışlardır. Çünkü bulunan tüm fosiller yaratılışı destekler, ispat
eder mahiyettedir.
4. Evrimciler
artık Archaopteryx'in kuşların atası olduğunu iddia edemiyor. Çünkü Archaopteryx fosilleri üzerinde yapılan son
incelemeler bu canlının "yarım kuş" olduğu iddiasını çürütmüştür.
Archaopteryx'in uçuş için gerekli anatomi ve beyin yapısını kusursuz olarak
barındırdığı yani bir kuş olduğu anlaşılmış, böylece "kuşların evrimi
masalı" evrimciler için savunulamaz olmuştur.
5. Darwinizm
artık "At Serisi" diye ortaya konulan sahte dizilimi kullanamıyor. Çünkü bu sahte serinin dizilimi kullanamıyor. Çünkü bu
sahte serinin geçmişte farklı devirlerde ve farklı coğrafyalarda yaşamış
bağımsız canlı türlerinden ibaret olduğu anlaşıldı.
6. Darwinizm
artık sudan karaya çıkış hikayesi için Coelecanth isimli fosili kullanamıyor. Çünkü soyu tükenmiş bir ara-form olduğu iddia edilen bu
canlının halen yaşamakta olan bir dip balığı olduğu ortaya çıkmıştır ve bu
canlı bugüne kadar 200'den fazla sayıda -canlı olarak- yakalanmıştır.
7. Darwinizm,
Ramapithecus, Australopithecus Serisi (A.
Bosei, A Robustus, A. Aferensis, Africanus vb.) gibi canlıların insanların
ataları oldukları iddiasını artık savunamıyor. Çünkü bu fosiller üzerinde yapılan araştırmalar, bunların
insan ile hiçbir ilgisi olmadığını ve tamamının geçmişte yaşamış maymun
türlerinden ibaret olduğunu ortaya koymuştur.
8. Darwinizm
rekonstrüksiyon (canlandırma) çizimlerle artık insanları kandıramayacak. Çünkü eskiden yaşamış hayvanların kalıntılarına
dayanılarak yapılan bu canlandırmaların (rekonstrüksiyon) hiçbir bilimsel
değere sahip olmadığı ve tamamen güvenilmez oldukları bilim adamlarınca açıkça
ortaya konmuştur.
9. Darwinizm
artık "Piltdown Adamı"nı evrime delil olarak gösteremiyor. Çünkü, yapılan araştırmalar "Piltdown Adamı"
diye bir fosilin hiçbir zaman var olmadığını, insana ait bir kafatasına
orangutan çenesi eklenerek insanların 40 yıl boyunca kandırıldığını ortaya
çıkardı.
10. Darwinizm "Nebraska
Adamı"nın ve sözde ailesinin evrimi ispatladığını artık savunamıyor. Çünkü "Nebraska Adamı" hikayesinin
dayandırıldığı azı diş kalıntısının aslında soyu tükenmiş yabani bir domuza ait
olduğu tespit edildi.
11. Darwinizm artık "Doğal
Seleksiyonun evrime sebep olduğu iddiasını savunamıyor. Çünkü, söz konusu mekanizmanın canlıları evrimleştiremeyeceği,
onlara yeni özellikler kazandırmayacağı bilimsel olarak ispatlanmıştır.
Darwinistlerin yukarıda sayılanlardan başka daha pek çok yanlış
bilgilendirmesi söz konusudur. Bunların tamamının geçersizliği zaman içinde
ortaya çıkmıştır. Örneğin; evrimleştirici özelliği olduğu iddia edilen
mutasyonların tamamen tahrip edici özelliğe sahip olduğu ve canlılara gelişme
değil hastalık, sakatlık veya ölüm getirdiği görülmüştür… Darwinistlerin insan
embriyosunda solungaç olarak gösterdiği yapının gerçekte insanın orta kulak
kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu anlaşılmış,
üstelik embriyo çizimlerinde evrimi desteklemek için değişiklikler yapıldığı da
ortaya çıkmıştır. Bakterilerdeki antibiyotik direncine ait genetik bilginin
bakterinin "var olduğu andan itibaren" DNA'sında bulunduğu ortaya
çıkarılmıştır…